Geçen hafta özel nedenlerle iki kez İstanbul’a gidip gelmek gerekti. Bu seyahatlerde dikkat çeken ve sizlerle paylaşmak istediğim konu Trafik. Gerek hafta arası gerekse hafta sonu otoyol ve Osmangazi köprüsünü kullanarak yaptığım iki seyahatte, gidiş ve dönüşlerin her seferinde köprü ve otoyol ücretlerinin yaklaşık 1400 liraya ulaşmasına, benzin ve mazot fiyatlarına rağmen, yolların neredeyse KONVOY misali yoğun olması, trafiğin azalması doğalken tam tersine artmasının mantıklı bir açıklaması olsa gerek.
Aynı tespiti ve şaşkınlığı, 2 ay kadar önce Bodrum ilçemize gidip gelirken de yaşamıştık. Yol alırken aynalardan ne zaman geriye baksam, onlarca aracın geldiğini görmek hayret verici idi. Önümde seyredenlerin yoğunluğu da öyle. Otoyol boyunca ihtiyaç amaçlı yirmi, otuz kilometrede bir diyebileceğim sıklıkta dinlenme alanları da araç ve vatandaş yoğunluğundan nasibini alıyordu. Üstelik bayram değil, seyran değil, normal iş günleri.
Otoyollar üzerindeki onca Mobese kamerası, yollarda mobil radarlar gibi denetimlere rağmen hız sınırlarını yok sayan araç kullanıcılarının sayısında da önemli artış var sanki. Kurallara uygun araç seyri yapmamızı yadırgayan hatta öfkeyle karşılayanlar da az değildi. Hız limitlerini aşmadan gittiğinizde orta şeritte sağınızdan ve solunuzdan aynı anda geçen araçlar adeta F1 pistine çıkmışlardı. Orta şeritte arkanızda seyreden ticari araç şoförlerinin hız limitini aşmadığım için el kol hareketleri yaptığına da şahit oldum. Yol vermemi istemekteydiler. Onlara göre düzeni bozuyordum herhalde. İnsanların garip bir sinir bozukluğu, korkutan bir trans hali, anormal boyutta davranış bozukluğu içinde olduğunu söylemek abartı ve haddini aşmak gibi görünebilir ama sanki durum bu yada bana öyle geldi. Televizyonlarda gösterilen Ambulansa yol vermeyen şoförlerin bir örneğine de trafik kaplumbağa hızıyla ilerlerken emniyet şeridinde dörtlü çakar takmış, kara camlı araçların yoğun bir şekilde yol aldığına da canlı olarak şahit olmak kısmet oldu. Hatta önde ve arkada onlarca polis aracı ile hızla ilerleyen lüks Mercedesler de gördük. Hükümet insanlarımız memleketi kurtarmak için güvenli bir sürat içindeydiler.
Bu reel tablonun mantıklı bir açıklamasını uzmanlar yapmalı elbette ama Türkiye’deki gelir adaletsizliği çizgilerinin derinleştiği, toplumun küçük bir kısmının fiyat etiketi, benzin. Mazot fiyatı yada trafik cezalarına yapılan zamlardan bir endişesi olmadığı ve ahlakın endişe verici boyutta bozulduğu meydanda. Trafikteki kural bilmezlik, saygısızlık ve şımarıklık da artmaya devam ediyor. Milletteki sinir sorunları ve öfke limitleri de tehlikeli boyutlarda yükselirken, milletin gücünden imtiyaz semirenlerin ar damarları ise patlamış durumda. Adeta her şoför bir dinamit, fünyesi çekilmiş bir el bombası. Başkalarına ait ticari araç kullananların tatminsizlikleri, trafik cezalarının ehliyet yerine ruhsat sahibinden tahsili gibi hatalı uygulamalar nedeniyle artan cesaretleri, durdurulamıyor. Hele altındaki tonlarca ağırlıkta damperli kamyonu yada tırı taksi zanneden, kanı kaynayan genç şoförler. Ehliyetlere yaş sınırı yerine, kurallara uymayanlara dönük tedbirler koymak şart olmuş. Maddi cezalar yetmiyor, kaldı ki yanlışların yüzde 90’ı tespit edilemiyor. Buna rağmen kesilen trafik cezaları beklentinin 3 katı olmuş. Aslında davranış bilimi anaokulunda başlamadan olmayacak. Eğitim olmadan olmayacak. Ve bizde, eğitimi düzenleyenlerin başındakiler eğitilmeden olmayacak.
Özetle sanki trafik, toplumun bir kesimindeki durumun aynası. İstanbul ise huzurlu bir yaşamdan her gün biraz daha uzaklaşıyor. Ve korkarım yakındır Bursa’da nasibini almaya başladı.