Uzmanlara göre dünya nüfusu 2080’lerde zirveye ulaştıktan sonra düşüşe geçecekmiş. Dünya Nüfus Vakfı (WPF) tarafından yapılan açıklamaya göre, dünya 2025 yılına 8 milyar 160 milyon nüfusla girmiş. Bu rakam, geçen yıla göre yaklaşık 81 milyonluk bir artışı ifade ediyor.

Buna göre, yıllık büyüme oranı şu anda yüzde 0,9 seviyesinde. Birleşmiş Milletler ise, dünya nüfusunun 2037 yılına kadar 9 milyar sınırını aşacağını tahmin ediyor.

Dünya nüfusundaki artışın son yıllarda yavaşladığına dikkat çeken uzmanlar, kadın başına düşen doğum oranının dünya genelinde ortalama 2,2 olduğunu belirtiyor. Tahminlere göre, giderek düşen artış hızı ile nüfus, 2080’lerde yaklaşık 10 milyar kişiyle zirve yapacak. Ancak doğum oranlarındaki düşüş ve ölüm oranlarındaki artışla, bu tarihten sonra dünya nüfusunun azalmaya başlayacağını gösteriyor.

Tokyo yada Şangay’a gidenler bilir. Trafik ışığı yayalar için yeşil yandığında kalabalığın içinde iseniz sürüklenir gibi geçersiniz karşıya, sanki ayaklarınız yerden kesilir. Dışardan baktığınızda sanki binlerce insan harekete geçmiş, arkası kesilmeyecekmiş gibi bir duygu verir. Araçlar için yeşil yandığında da benzer duyguyu motosikletler için yaşar insan. Hindistan ise rekorun sahibi. 1,5 milyar nüfus. Orada kural tanıyan da yok. Müthiş bir karmaşa içinde sürekli kazalar olmaması mucize. Bu yıllanmış kaostan bir denge çıkarmışlar adeta.

Mutlaka ki dünya nüfusunun da bir planlaması olmalı ve nüfus artış oranları sınırlanmalı. Bugün Atlas Okyanusu’nda giderek artan yüzer çöp adalarının kirlettiği suyun, yarın yağmur olup komşu ülkelere hatta bütün dünya ülkelerine yani insan sağlığına zarar verme riski süratle artıyor. Bu durumda neler yaşanabilir diye düşünmek bile ürkütücü. Havadan kimyevi bulutlar bırakarak yada programlanmış tohumlarla toprağı ve yeraltı sularını zehirlemek ile arasındaki tek fark, birisinin bilinçli şekilde, diğerinin cahilce yapılması. Ancak sonuç aynı.

Ülkemize baktığımızda doğurganlık oranlarımız makul seviyelerde idi. Ne var ki, özellikle Suriyeli göçmenler dengeyi bozdu. Herkesin yakın zamanda kendi ülkesine dönmesi, eğitim sistemimizin de çağdaş sisteme yönelmesi halinde dengeler düzene girecektir umalım. Şu kesin ki Türkiye önce kendi vatandaşının yaşam standardını iyileştirmek zorunda.

Nüfusumuzun sayısından çok niteliğinin önemli olduğu da ortada. Toplumumuzun büyük bölümü açlık sınırının altında gelir seviyesi ile yaşamaya çabalıyor. Bu gerçeklik, çocuklarımızın yeterli beslenme, kaliteli bir eğitim ve sosyal gelişim konularında yetersiz kalmaları sonucunu getiriyor.

Halbuki gelişmiş ülkelere baktığımızda, yönetim sistemlerinden, sosyal politikalarına, eğitim sistemlerine kadar insanca yaşam amaçlı kurgulandıklarına şahit oluyoruz. Örneğin Avrupa ülkelerinin hiçbirinde yalnız bırakılmış, standartlarını geliştirmek adına yanında olunmamış vatandaşları yok. Hepsinde eğitim seviyesi en üst seviyelerde, her birey bilinçli ve devlet nazarında değerli.

Bizde ise ne yazık ki profesör olduğunu söyleyen bir kişi TV’ye çıkıyor ve “insanın cahil olanı makbuldür” diyor. Kaldı ki toplumumuzun büyük çoğunluğu zaten cahil kategorinde. Anlaşılan bu da yetmiyor ve daha çok cahil vatandaş talebi var. Bu nedenle olsa gerek eğitim sistemimiz yamalı bohçaya çevrilmiş durumda. Ve devlet okullarımızda sivil toplum örgütü denilerek sıfatsız, öğretmenlik alt yapısından yoksun, eğitim konusunda yetersiz, liyakatsiz kişilerin ders vermelerine izin veriliyor. Genç ve en verimli çağındaki beyinler bilim ve teknolojiden yeterince faydalandırılamıyor. Bu nedenle de üniversitelerimiz Dünya sıralamalarında çok geri sıralarda yer alıyor. Oradaki bakış açısı da aynı. Daha nitelikli üniversite yerine daha çok üniversite, daha çağdaş ve liyakat sahibi profesör yerine daha çok profesör. Türkiye dışında birkaç senede profesör yetiştirmeyi başaran ülke yok. Bilim adamları yetiştiremiyoruz, çağa ayak uydurmakta zorlanıyor, ekonomide geride kalıyor, gelişmiş ülkelere yetişemiyoruz. Sonuç pazarcı üniversiteliler ve yüksek enflasyon.

Büyük paralar ödeyerek özel okullarda yetişmiş ya da zekâsı ile kendisini yetiştirmeyi başarmış nitelikli insanlarımız ise gelecek umudu görmediklerinde, yaşam standartları nedeniyle gelişmiş ülkelerde yaşama tercihlerini kullanıyorlar. Halbuki dünyanın en verimli toprakları bizim vatanımızda. Dünyanın gözü burada ama bizler kıymetini bir türlü anlayamadık.