İnsan okulda ve ailede eğitim alır. Bize aktarılan tüm bu bilgiler mantık, bilim ve toplumsal kurallara aittir. Birey büyürken bu kabul edilmiş bilgilerle oluşan şab­lona uyum sağlar. Hayat içerisinde bu kendisine verilen bilgilerin işe yaramadığı hatta kendisini zarara uğrattığı olaylarla karşı karşıya kalarak, inanç sistemini sorgulaya­cak noktaya gelebilir.

İnsanoğlu her baktığı noktada bir düzen arar. Çevresini mantığıyla açıklayabil­meyi ister, bu nedenle her şeye mana yükler ve bunun doğru olduğuna inanır. İnandığı şeylerin normal olduğunu ve ha­yatın bu normalin içeri­sinde akıp gitmesi gerektiğini benimser.

Normalin dışına çıkıldı­ğında büyük bir stres ve depresyona varan bir ruh haline girilir.

Bireylerde yaşanan bu süreçlerin toplumsal yansıma­ları da benzerdir.

Toplumlar akla gelmeyecek bazı uçuk fikirleri bir gün gelir ve geçerli bir kural olarak benimseyebilirler. Yaşam­larını kabul ettikleri bu yeni normale göre planlar ve şe­killendirebilirler. Sonuçta bu süreç bir anormalin normalleşmesine neden olabilir. Zamanla öyle bir nok­taya ulaşılır ki; bir anda tüm denge kırılgan hale gelir ve toplumsal stres açığa çıkabilir.

Bugün sosyo-ekonomik gelişmelere bakıldığında tam bir alt-üst oluşun yaşandığını görmekteyiz. Yeni normalin kabul gördüğü ancak artık sorgulanmaya başlandığına şahit oluyoruz.

Bu tablo ani toplumsal değişikliklere neden olabilecek bir ortama işaret etmektedir.

Ancak uzun dönemli anormalleşme dönemlerinin kısa bir sürede sonlanması söz konusu değildir. Tepe oluşum­ları duygusal gelgitlerin yaşadığı, kısa geçmişin her şe­yiyle devam edeceğine inanıldığı duygusal bir süreçtir.

Bugün ne siyaseti ne de ekonomiyi tartışmaya gerek yoktur. Mantıkla, bilimle açıklanamayacak bir dönemin doruklarında yaşamaktayız.