“Living Is Easy With Eyes Closed”

Franco zamanının İspanya’sında bir öğretmen. Beatles hayranı. Film tahtaya yazdığı HELP yazısıyla başlıyor ve bunu öğrencileriyle birlikte sorguluyor. Ne ilginçtir ki birkaç gün sonra kendisi gibi imdat diyen iki kişiyi de aracına alıp bir yolculuğa çıkıyor. Biri hamile bir genç kız, diğeri babasına başkaldırıp evden kaçan bir delikanlı...

Kişiliklerimiz bazen bilgisayar gibi “error” verir. “İmdaaat” diye bağırmak, çevreden ve insanlardan uzaklaşmak isteriz.

Gelenek kalıpları, toplumsal baskılar, kuşak çatışmaları, anlaşılamamak, hoşgörüsüzlük veya bazen kendi hatalarımız dışarıya atar bizleri. Orada durmak istemeyiz. Zaten artık duramayız, orada nefes alamayız. Gözleri kapalı insanların olduğu bir dünyayı düşleyip çıkarız yola.

Çıktığımız o yol bazen kısacık, bazen uzun veya bazen de temellidir.

Kısa yolculuk gittiğimiz yerin çoğunlukla geldiğimiz yerden berbat olduğunu gösterir. Kesinlikle daha iyisi vardır ama bizim talihimiz yoktur bulamamışızdır, hemen döneriz. Uzun olanda belki yaralarımızın tedavisi uzun sürmüştür ya da sorun olarak gördüğümüzün bir önemi kalmamıştır.

Temelli yani dönüşü olmayan yolculuk nedir peki? İşte o çetrefillidir.

İyi bir taş duvar ustasıydı bir arkadaşımın kayınpederi. Çalışkan adamdı. Ve bir gün evini, çok sevdiği torunlarını, işini, çevresini bıraktı çekti gitti. Gencecik oğlu trafik kazasında öldü yine de dönmedi. Uzun süre kendisinden haber alınamadı. Çok uzağa gitmişti. Ülke sınırları içinde olabilecek en uzak yere.

Nedir bir bireyi her şeyden vazgeçirecek sebep? Bir söz mü, bir tavır mı? Nedir onu deli eden?

Aslında hiçbir sebep de olmayabilir. İnsan hayatı yaşarken bir de bakar ki istediği bu değilmiş, yanlış tercihler yapmış. O zaman kalanın suçu ne diye sorabiliriz. Onun da cevabı açıktır: “Kalanın da tercihi yanlışmış meğer.”

Buna bir tercih demek de doğru değil. Şans, kısmet ya da kader dememiz lazım.

O ortam neyse oradaki beni de sevmeyebiliriz. Ortamda en küçük sorun yoktur. Bizde de sorun yoktur. Kendimiz bizzat sorunun kendisiyizdir. Pazılın parçası gibi oraya uymuyoruzdur. Oradan gitmek şarttır.

Bir adım bile gitmek yeterli olabilir bazı durumlarda. Farkında olmadan birinin önünü tıkıyoruzdur. Ya da kendi önümüz tıkalıdır yana bir adım atar ve yürümeye devam ederiz. Gözü kapalı yaşayan, hiç kusur görmeyen insanların ülkesi Kafdağı’nın ardında mıdır?

Nerede yaşarsak yaşayalım şayet görüldüğümüzü düşünüyorsak görülüyoruz inanın. İnsan kendini özgür kılmadıkça gerçekte özgür olmuyor.

Yazık, “Elalem ne der” diye geçirilen zamanlara. Şayet tek kıstasımız âlem ne der ise ve yaptığımız, görüntümüz bizim için normal ise kime ne?

Adaaam sende, kim ne derse desin.

Kim ne yerse yesin.

Kim ne giyerse giysin...

Ne yazık ki öyle değil. Kimse gözlerini kapatmıyor maalesef bize...

Herkeste koca koca gözler. Onlar yetmiyor ellerde büyüteçler.

Bu filmin ana teması aslında Beatles’ın bir şarkısı.

Beatles şarkısında;

“Living Is Easy With Eyes Closed”, yani “Gözler kapalı yaşamak çok daha kolay” diyor.

Böylece ne görürsün ne de göreni görürsün. Bozuk gören gözü, bozuk gösteren büyüteci ve sahiplerini görmeden yaşamak daha kolay, daha güzel...

Şarkı şöyle devam ediyor:

“Let me take you down, ‘cause I’m going to Strawberry Fields.”

“Seni hayal kırıklığına uğratıyorum, çünkü çilek tarlalarına gidiyorum...”

Hem şarkı hem film şu sözlerle bitiyor:

“Strawberry Fields forever.”

“Çilek tarlaları sonsuza kadar.”

Bu yazı da şöyle bitiyor:

“Çilek tarlalarında görüşmek üzere.”

(Hayal Et Ürünleri A.Ş. kitabımdan)