Hollywood filmlerinden fırlamış bir karakter gibi, eski cinayet masası dedektiflerinden Savaş Kurtbaba.

Ülke onu, zavallı Narin’in cinayetinden sonraki televizyon programlarında yaptığı yorumlarla tanıdı. Bir tecrübe abidesi; yürüyen kadim bir mesleki kültürün sembolü adeta.

Kimi yazmayı kimi anlatmayı seçer. Görülüyor ki o da anlatmayı seçenlerden.

“Yazı kalır, söz uçar.” diyeceğim ama onun anlattıkları da -anlattığı yer göz önünde bulundurulduğunda- dijital çağ devam ettiği sürece uçacak gibi durmuyor.

Savaş Kurtbaba’nın YouTube kanalını izleyen birisiyim. Anılarını adeta bir film tadında anlatıyor. Anlatım esnasındaki efektler, müzik ve ortam çok iyi kurgulanmış.

Son izlediğim iki videodan biri Üzeyir Garih cinayeti, ikincisi ise İstanbul’da beş kişiyi öldüren seri katil, “Kolici” lakablı Orhan Aksoy’un hikâyesi.

Bu iki davanın ortak aydınlatılma noktası aynı: Cep telefonu.

Dinlediğinizde sizde anlayacaksınız ki cep telefonu kullanımı olmasa ya da katiller bu bilgiye sahip olsalar ne Üzeyir Garih cinayeti ne de Orhan Aksoy cinayetleri çözülebilir; faili meçhul olarak kalırdı. Zaten Savaş Kurtbaba da bunu açık açık itiraf ediyor.

Tecrübeli dedektif, seri katilin yakalanma olasılığını kuvvetlendiren delile ulaştığı telefoncudan çıkıp karşısındaki kafeye oturduğunu ve ellerini başının arasına alıp hüngür hüngür ağladığını anlatırken, ben de göz yaşlarımı tutamadım.

“Uykusuz geçen aylardan sonra başarıya ulaşmanın mutluluğu kadar, katilin artık kimseyi öldüremeyeceğinin de verdiği mutluluk gözyaşlarıydı bunlar,” diyor Savaş Kurtbaba.

Bu iki olayın gerçeğinde bir kez daha tekrar edelim:

“İyiler, kötüleri daha çok bildiği için yenmiş, onları yakalamış ve toplumdan izole etmişti,” değil mi?

Peki, dünyada işler nasıl gidiyor?

Kötüler mi daha çok bilgiye ve güce sahip, iyiler mi?

Cevabı size bırakıyorum sevgili okurlarım.

Haziran ayına girdik. Yaza girdik.

Günlerimiz, aylarımız, yıllarımız yaz günleri gibi pırıl pırıl ve aydınlık olsun.

Sağlıcakla kalın.