Geçen hafta, Türkiye Kalite Derneği (KalDer) Bursa Şubesi’nin 21. Kalite ve Başarı Sempozyumu’ndaydık.

Zaten iş- güç arasında sersemlemiş gibiydim, algım farklı farklı yerlerde gezinmiyor, uçuşup duruyor bu günlerde.

Sempozyumun ilk oturumunda bir de kimi göreyim: Profesör Doktor AHMET ARSLAN

Şaşkınım, kendime kızgınım…

İnanın gelinceye kadar bilmiyordum. Bu yüzden kızgınım. Ya gelmeseydim, ya kaçırsaydım!

Ahmet Arslan kim diye yazacak değilim. Çünkü onu tanımayan müdüre, işverene, onu anlatıp durdum gece boyu. Merak eden adını arama motoruna yazsın. Utanmasın yazarken. Herkes, her kimse, sen, ben, o …

Zaten BİZ kimi biliyoruz ki Ahmet Hoca’yı bilelim!

Ahmet Arslan’ı Bursa’mıza getiren KalDer yönetimine öncelikle şükranlarımı sunuyorum. Onu ölmeden canlı canlı dinlediğim için, elini sıktığım için, birlikte fotoğraf çektirebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Kalder’in “Sular Çekildiğinde” temalı sempozyumunda Ahmet Hoca ne dedi peki?

Ona gelmeden önce, ben ilk gördüğüm an bu temadan ne anladığımı ne düşündüğümü anlatacağım biraz.

Suların yükselmesini, alçalmasını, kaynakların kurumasını, susuzluğu, su, çevre ve doğa kirliliğini hiç düşünmedim. Aklıma hiç gerçek anlamı gelmedi. Aklıma gelen tek şey bu sözün mecazi anlamıydı.

O dillerde dolanan söz var ya: “Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları…”

Yani gün olur devran döner, sap döner, hesap döner. An gelir kısa çöp uzun çöpten hakkını alır.

Tersten baktığımızda ise; doğru şeyler yapmazsan, ayağını denk almazsan mutlaka bedelini ödersin. Sular çekilmeden, karıncalara yem olmadan ne yapmak lazım? Ülkemiz için, çocuklarımız için, geleceğimiz için. Bunları düşündüm.

Ahmet Hoca ne suya baktı, ne sabuna. O, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve onun kazanımlarını anlattı. Atatürk’ün bir hayalperest olmadığını söyledi. İstediklerini cumhuriyetle halledeceğini bilen realist biriydi dedi. Cumhuriyet ne demek, demokrasi ve cumhuriyetin ilişkisi nedir, ne değildir, ne olması gerekir, Platon’dan günümüze getirerek örnekledi.

 “Ben de bu cumhuriyetin ürünüyüm, ona çok şey borçluyum” dedi.

Sonucunda aydınlanmayan halkların demokrasi ile sınavının çetin olduğunu şu klişe sözle ima etti: “Benim ve dağdaki çobanın oyu bir mi?”

Dağdaki çobanın cahil olduğu muhakkak değil ama kuvvetle muhtemel. Okul görmemiş, kitap görmemiş, gün görmemiş, yer görmemiş, iki kelam edecek kul görmemiş. Nasıl aydınlanır?

Aydınlanmamış insanı aldatmak kolaydır, tercihlerini yönlendirmek basittir.

Soru cevap kısmında Mustafa Kemal fikriyatının batı taklitçisi olduğu savının asılsızlığından ve koskoca bir ahmaklık olduğundan söz etti. Ben böyle ortamlarda soru sormaya pek yanaşmam. Zira kafamda çok soru döner. Mükemmel olsun derken süreyi kaçırırım. Hep öyle olmuştur. Aklımdan geçen onlarca sorudan birini oturum sonrası sordum:

“Hocam ışığın aydınlattığı yöne bakmak, o yolda yürüyenleri takip etmek taklit midir?”

“Asla!” dedi.

“Konu medeniyet ve aydınlıksa taklit zamanla beceriye dönüşmez mi?” diye sordum.

“Kesinlikle!” dedi.

Ona kendi ürettiğimiz bornozumuzu hediye ettim. Güzel ve doyumsuz bir gündü benim için. 

Cem Karaca’nın bir şarkısının sözleri şöyledir.

“Her zamanki köşenizde

Her zamanki barınızın

Önünüzde viski ve havuç

Ve bir eliniz çenenizde

Kaşınız hafifçe yukarıda

Bakışlarınız ne kadar bilgiç

Hiçbir şey üretemeden

Sadece eleştirirsiniz

Sinemadan siz anlarsınız

Tiyatrodan müzikten

Heykel resim edebiyat

Sorulmalı sizden

Ekmeğin fiyatını bilmezsiniz

Ama ekonomik politika

Karılarınızı döverken siz

Ne kadar bilimselsiniz

Bu yaz yine güneydeydiniz

Bol rakı güneş ve deniz

Her şey bir harikaydı

Ancak yerli halkı beğenmediniz

Burada da orda da o aynı barlar

Hep o aynı yarım porsiyon aydınlık

Aynı çehreler aynı laflar

Vallahi hiç değişmemişsiniz

Burada da orda da o aynı barlar

Hep o aynı yarım porsiyon aydınlık

Aynı çehreler aynı laflar

Vallahi hiç değişmemişsiniz.”

Ahmet Arslan Hoca, bıkmadan usanmadan, ümit kesmeden anlatıyor. Çünkü o yarım porsiyon aydınlardan değil. “Ben de karanlıktaydım, aydınlandım. Sen de yapabilirsin; çocuklar, kadınlar ümidimiz sizsiniz,” diyor. 80 yaşında hâlâ çağırılan her yere gidip ışık saçıyor. Ama biraz da öfkeli. Zamanı az, kayıp çok fazla biliyor. O yüzden kızgın. Çok belli.

O bir bilge. Karanlığın ne olduğunu biliyor.

Bilge:

Oku der,

Çalış der,

Aydınlan der,

Geri kalma der.

Ve teşekkürler KalDer.