İlk kez 1996 yılında ve daha sonra da defalarca gitmiş olduğum Hollanda’yı, aslında bu son gidişime kadar hiç tanıyamamışım.
Daha önceki bütün seyahatlerim iş amaçlı olduğu için git, çalış, yat, ye, iç ve dön şeklinde gerçekleşmişti. İlk gidişimde ülkeye kara yolu ile girdiğimde dünyada en çok ineğin, bisikletin, su kanallarının ve tarım alanlarının Hollanda’da olduğunu zannetmiştim.
Son gidişimde ise dünyanın en teknolojik tarımını yapan bu ülkede, aynı zamanda bütün insanlarının tüccar zihniyeti ile yetiştirildiğini de rehberimiz sayesinde öğrendim.
Çok kısa gelecekte enerjisinin tamamını yenilebilir enerjiden elde edecek dünyada ilk ülke olma yolunda olduklarını öğrendim.
Avrupa’daki Ren nehri başta olmak üzere üç büyük nehrin denizle buluştuğu yer olan ve deniz seviyesinin altında olan sular ülkesi, denizden ve nehirlerden gelen alüvyon ovalarını oluşturmak için derin su kanalları açarak toprak kazanmaya başlamışlar, açık denizlerden gelen dev dalgalar ve delta yatağı olan bataklık alanlar ile baş edebilmek için çok çalışmışlar.
Toprakları deniz seviyesinin altında olan, sürekli sel felaketi ile karşı karşıya kalan ve tarihlerinde tek bir sel felaketinde 50 binden fazla insanın ölümü ile sonuçlanan büyük sel felaketleri karşısında.
Kanalları kazarak elde ettikleri toprakların üzerine, temellerini suya dayanıklı kerestelerden kurdukları evlerini de ağırlık teşkil etmesin diye yine kurtulmuş ağaçlardan inşa eden Hollandalılar, bu defa da selin yanında yangın felaketi ile karşılaşmışlar.
Onlarca defa gidip öylesine bakmış olduğum bu evlerin pencerelerinin neden çok büyük, her evin üst katında neden birer kanca var, ayrıca her tarafta üç tane (XXX) iksin olduğu kabartma işaretlerin ne anlama geldiğini rehberimizden öğrenmiş oldum.
Kanallara gemiler ile veya küçük su taşıtı ile gelen eşyalar, mallar, ev eşyaları önce dışardan kanca ile evin en üst katına, oradan da alt katındaki depoya veya geniş pencerelerden içeriye alınıyormuş.
Dünyanın en çok ihracat yapan 10 ülkesi arasında olmalarını ve 18 milyon nüfusa göre kişi başı 65 bin dolar milli gelire sahip olmalarını, nasıl mücadele anlayışları olduğunu öğrenince hayatta hiçbir şeyin rastgele olamadığını en güzel ifadesi.
Bütün kanalları kazma kürek ve elleri ile inşa eden Hollandalılar için bu üç X’in anlamı ise şuymuş; Sel, Yangın ve salgın hastalıklar ile savaşmak.
Bu üç X ile mücadeleyi kendilerine adeta bayrak yapmışlar ve tarihleri boyunca bu üç X ile teknik, teknolojik, bilimsel ve de eğitimsel olarak alt etmeyi başarmışlar.
Denizden toprak kazanma metodunu ilk geliştiren ülke olarak tarihe geçmişler, denizde ve su altında kalan topraklardan 2500 kilometrekare yer kazanmışlar ve bu kazandıkları topraklara da Polder adını vermişler.
Ayrıca Kuzey Denizi’nden gelen dev dalgalara karşı Hollanda deltasına dünyanın en büyük birinci dalgakıranını, arkasından daha da iç denize dünyanın ikinci en büyük dalgakıranını yaparak hem bir iç göl haline getirmişler, hem de sel ve dalga etkisinden denize açılan her beş denizciden birinin geri dönmeyişini engellemişler. Aynı zamanda yapmış oldukları dev dalgakıranlarının üstüne otoban yaparak ülkenin iki ucunu biri birine bağlamışlar.
Gözünüzde canlandırabilmek için Karadeniz’de Hopa’dan Zonguldak’a deniz doldurularak dalgakıran yapılmış ve üzerine de otoban yapılarak hem doğa harap edilmekten kurtarılmış, hem de üstüne otoyol yapılmış diye düşünebilirsiniz.
Geleneklerinden hiç taviz vermeyen ve günümüze kadar sürdürebilen bu ülkede 12. Yüzyılda bataklıklarda kullanmış oldukları tahta ayakkabıları halen daha geleneksel ve teknolojik olarak üretmektedirler. Çiçekçilikte, süt ve süt ürünlerinde, küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde, özellikle kanatlı hayvan yetiştiriciliğinde, bütün dünyaya ihracat yapan, otomobil sayısının iki katı bisiklet olan bu kuzey ülkesi, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin en az işsizliğine sahip ve kalkınmada 1950 yılından beri hiç geri adım atmazken, enflasyonu ise hiç bilmiyor. Her gelen turist yel değirmenlerini merak ettiği için, milli park haline getirdikleri eski köyleri halka açmışlar. Sadece bu köylerden birinin yılda iki milyon turist ziyaretçisi olduğunu duyunca şaşırdım ayrıca şimdiye kadar yel değirmeninde sadece un yaptıklarını zannederdim, oysaki her biri kendi enerjisini üreten birer fabrika imiş. Kimi pres, ahşap atölyesi kimi ise rüzgar gücü ile elde edilen elektriğini kendi üreten birer kale imişler.
Köylerindeki eski bahçeli evleri hemen önlerinden geçen su kanalları, üzerlerinde köprüleri ve kanal sularının içinde, karabataklar, martılar, karabakkal kuşlarının doğaya yankılanan güzel sesleri ve peşlerine takılmış yavrularına yüzme öğreten kuğu ailelerinin kanat çırpışları doğanın, suyun ve havanın ne kadar büyük bir özenle korunup canlılığını yaşattıklarını insanı imrendirecek bir şekilde kıskandıyor mu desem ne desem bilemiyorum.
Hollandalıların en son projesi ise 20 milyona yakın bisikletlinin pedal çevirirken elde edecek oldukları kinetik enerjiyi biriktiren aküler yaparak, biriken bu enerjiyi evlerindeki yapılacak olan soketlere sokarak kendi ihtiyaçlarını karşılayarak hem ülkelerini daha da temiz hale getirmek, hem de karşılığında kazanç elde etmekmiş.
Yani Hollanda’nın yeni yel değirmenleri iki ayaklı pedal çeviren, her bir ayak minicik enerji fakat 20 milyonla çarpınca dev kilovatsaat enerji olacak!
Evet sevgili okuyucular, son olarak bu üç X’i öğrendikten sonra bizim ülkede mücadele etmemiz gereken üç X ne olur diye çok düşündüm ama kafamda o kadar çok X sıraladım ki!..
Yazımı sizce ülkemizde mücadele edilebilecek ilk üç X ne olur diye sorarak bitireyim.