Çocukluğumun birkaç yılı, rahmetli babamın mesleği nedeniyle, Sakarya nehrinin içinden geçtiği küçük şirin bir kasabada geçmişti. O zamanlar gözüme çok geniş gelen gidiş geliş çift şeritli İstanbul-Eskişehir yolu kasabayı ikiye böler, Sakarya nehrine paralel devam ederdi. İstanbul-Ankara tren yolu da kasabanın hemen dışından geçer, Sakarya üzerindeki demir köprü evimizden görünürdü. Kasaba çarşısından istasyona giden yol ile asfalt karayolunun kesiştiği dört yol ağzının bir köşesi Orman İşletme Şefliği ve hemen yanında aynı bahçe içinde de tek katlı lojman evimiz ile şeflik memurları için iki lojman ve rahmetli babamın köylere, çevredeki kesim ve depolama alanlarına gittiği atı ve seyisi için bir dam olan kompleks yer alırdı.

Hatırlayabildiğim çok az şey kaldı o günlerden. Bir gün tam evimizin önündeki asfalt anayol kenarında 30-40 kadar askeri cemse durmuş, askerler kum gibi araçlardan inmişler ve bir sürü sele ile çuval indirmiş, yol kenarındaki yeşilliklere oturup ekmeklerine zeytini katmışlar sonra da boş sele ve çuvalları toplayıp cemselerine binip gitmişlerdi. Bu kısa ziyaretten geriye zeytin çekirdeklerinden simsiyah olmuş bir alan kaldığını hiç unutmam. Sakarya’nın en delice aktığı günlerde aracıyla nehre uçarak rahmetli olan Vali ve şoförü, yüzerek karşıya geçmeye çalışırken boğulduğunu duyduğum Hâkimin oğlu sınıf arkadaşım, o yıllardan kalan acı, “geldi geldi” diye bayram yaptığımız Panayır ise gülümseyerek hatırladığım iz bırakmış anılar.

Çocuktuk. Panayırdaki atlıkarınca, akşamları gösteri yapan ipte yürüyen cambazlar, plastik araba yada peluş hayvan kazanmak için havalı tüfekle yapılan atışlar hala gözümün önünde. Ve de palyaçolar.

Aradan onlarca yıl geçti. Geçenlerde akşam haberlerini izlerken aklıma nedense o panayırlar geldi. Ekonominin can çekiştiği, insanların başta geçim, onlarca probleminin olduğu, suçun ve suçlunun kol gezdiği bir ülkede, binlerce polis bir adam bir binaya girsin diye, karşısında binlerce insan da girmesin diye gazlar, plastik kurşunlar, itme kakma vb. aktivitenin olduğu bir garip mücadele sergilendi. Kazananın olmadığı, amaçsız bir akıl tutulması. Amacı ne kadar önemli ya da önemsiz olursa olsun, yapanıyla ve yaptıranı ile sergilenen gösteri, sadece her anlamda siyasi kirlenmeyi göstermekten öteye gidemeyen ülkemize yakışmayan bir trajedi.

Bu arada çok sayıda insanın doluştuğu o bina kaç yaşında bilmiyorum ancak mesleğim icabı gerçekten endişelendim. Binaların statik hesaplarını yaparken, yönetmeliklerin icap ettirdiği kabullerle sabit ve yayılı yük kabulleri yaparız. İfade etmeliyim ki o bina bir anda standartların çok üzerinde bir yüke maruz kaldı. Neyseki korkulan olmadı, bina dayandı. Şaka değil, düğün evleri gibi insanların beklenenden fazla kalabalıklar oluşturduğu mekanlarda, çöken pek çok kat, merdiven yada balkon hikayesi vardır.

Bir arkadaşım derdi ki: “Bana iyi davranan ama garsona kaba davranan kişiye güvenmem. Çünkü ben o pozisyonda olsaydım bana da aynı şekilde davranacaktı.” Peki kimin, ne zaman, hangi pozisyonda olacağının garantisi var mı? Her birimizin mutluluk ve huzura ulaşması ancak hepimizin mutluluk ve huzura ulaşması ile mümkün olabilir gerçekliğinden kopmamak gerek.