Genelde her cumartesi yada pazar günü eşimle Nilüferdeki bir pazar yerini gezeriz. Fiyatlar her yerde yüksek ama, bize göre Karaman pazarı, köylünün de katıldığı ve fiyatların daha bir uygun sayılabileceği bir pazar.

Geçen cumartesi Karaman’da mandalina 30 lira idi. Takip eden Salı günü 23 Nisan pazarında mandalina 60 lira, yine 23 Nisan’da birkaç eksik için girdiğimiz bir markette 80 lira idi. Cuma günü ise eşim bir başka marketten, kilosunu 23 liradan almış. Fiyatların bir hafta içinde böylesine kafana göre takıl misali farklı olmasını arz talep diye açıklamak fazla iyimserlik olacak. Bunun adı açıkça fırsatçılık ve denetimsizlik.

Enflasyon konusundaki belirsizlik, TÜİK tarafından belirlenen enflasyon rakamlarının piyasalardan kopuk olması ve inandırıcılığını tamamen kaybetmesi, halkın ve özellikle de iş insanlarının planlama adına rotasını kaybetmesi, hükümetin ise çözümleri sadece zam yapmakta araması, piyasada her mamulün fiyatında belirleyici faktör olan akaryakıt fiyatlarının döviz, enflasyon yada ham petrol fiyatlarından bağımsız olarak, nevi şahsına münhasır bilinmeyen bir yöntemle mehter misali artması, piyasaları dibi görünmeyen bir belirsizliğe itmiş gibi görünüyor.

Yıllar önce, mekânı cennet olsun rahmetli dostum Macit Merter ile bir iş için, karayolu ile İtalya’ya gitmiş, 4 gün sonra da aynı yoldan geri dönmüştük. Yugoslavya da savaş belirtileri başlamıştı. Yollarda giden gelen tanklar görmüştük. Transit geçiş yaptığımız Yugoslavya giriş kapısında birer kahve içmiş, kucak dolusu Yugoslav parası ödemiştik. Ülkede enflasyon patlamış gidiyordu. Çok şaşırmış “böyle nasıl yaşıyorsunuz” diye sormuştum oradaki bir görevliye. “Burada maaşlar ödendiği gün marketler boşalır” demişti. Paranın alım gücü süratle düştüğünden aldıkları gün ihtiyaçları için harcarlarmış. Gerçekten de dönüşte aynı yerden yine iki kahve almış çok daha fazla Yugoslav parası ödemiştik.

Türkiye’mizdeki olay böyle değil şükürler olsun. Vatandaşın maaşı, kira, elektrik, su, doğal gaz derken zaten markete ulaşamıyor. Yani vatandaş enflasyonla zorunlu mücadelede. Ancak yeterli olamıyor. Nedeni son derece açık. Mücadeledeki en önemli ayak, kamu harcamalarında sıkı denetim olmadığı bir tarafa, tasarruf arayışı da yok. Yıllardır aynı çarpıcı örnek verilir ama hükümetler, bu çağrılara hep sağır kalmıştır. Almanya, Fransa benzeri pek çok gelişmiş ülkede makam araçları sayısı ile bizdeki sayı sıkça telaffuz edilmiştir.

Amerikan başkanları bile beyaz sarayda yediği yemeği ve tüm özel harcamalarını kendi cebinden öderken, bizdeki meclis lokantasının bütçeden süspanse edilmesi, milletvekillerine tanınmış emeklilik hakları, yılda 12 adet implant dahil sağlık harcamaları ve diğer pek çok masraflarının bütçeden yani halkın ödediği vergilerden karşılanması gelişmiş ülkelerde bile karşılaşılmayan uygulamalardır.

Halbuki ekonomi güven üzerine kurgulu ise başarılı olabilir. Her gün bir başka yerden patlayan kamudaki suistimaller, merkez bankası müdürlerinin hırsızlığına, adliye çalışanlarının adliyelerden altın vb. emtia çalmasına kadar ulaşmış durumdadır. Siyasetin gündemi ise tamamen farklı.