Web'de Kullanilacak (5)

Gözlerimi kapatıp beni bir yere bıraksalar, “Aç gözünü, bir bak, gez, dolaş ve bil bakalım hangi ülkedesin?” deseler; yerler tertemiz olsa, lamba olmayan bir yaya geçidinde araçlar yayalara yol verse, şehir düzenli ve planlı olsa, bu lehçeye aşina olmasam, “Türkiye’nin bir şehrindeyim” derdim.

Ama dilek kipleriyle kurulmuş bu birkaç cümle bile burayı Türkiye’den çok uzak kılıyor.

Rüzgârda savrulmayan naylon poşet olmadan, pet şişesiz, kutu kolasız — dahası çöpsüz bir Türk eli mi olur?

Web'de Kullanilacak (6)

Geçtiğimiz haftalarda Nahçıvan’daydım.

Huzur dolu bir şehir.

Bir araba kornası duymadan saatlerce gezebilirsiniz.

Yerde bir çöp görmek üzerine bahse girseniz kesin kaybedersiniz.

Web'de Kullanilacak (3)

“Nasıl başardınız?” diye sormuştum rehberimize.

“Çok ağır cezası var yere çöp atmanın,” demişti.

Sonra da eklemişti: “Ama cezalar konmadan önce bile bundan daha temizdi.”

İnsanoğlu işte… Temelde aynıyız. Otorite “yasak” koyunca biraz ters tepiyor.

Web'de Kullanilacak (4)

Uçaktan indikten sonra otelde kahvaltımızı edip ayağımızın tozuyla, dünyada yalnızca otuz üç tane olduğu söylenen Yedi Uyuyanlar Mağarası’na (Ashâb-ı Kehf) gittik.

Bir mağarada asırlarca uyuduktan sonra tekrar uyandıklarına inanılan yedi kişi ve Kıtmir adlı köpeği duymayanınız yoktur.

Bizim dilimizle “Eshab-ı Keyf Mağarası”, ülkemizde Diyarbakır Lice’de, Tarsus’ta ve Selçuk’ta da bulunur.

Web'de Kullanilacak (1)

Nahçıvan’daydık…

Kiminle konuşsak güler yüzlü, konuşmadıklarımız bizi uzaktan merakla ve gıptayla izliyorlardı.

Türkiye’yi ve bizleri çok seviyorlar; adeta içleri titriyordu.

Web'de Kullanilacak (2)

Koskoca bir meydanda, tunç bir heykelin önünde, lacivert takım elbiseli, beyaz gömlekli, kravatlı bir beyefendiye selam verip heykel hakkında bilgi istedim.

Heykelin sırtı devlet tiyatrosuna, sağı bakanlığa, solu valiliğe, tam karşısı Haydar Aliyev Müzesi’ne bakıyordu.

Beyefendi, heykelin Celil Memmedkuluzade’ye ait olduğunu söyledi:

Gazete İçi̇n Kullanilacak

“Azerbaycan edebiyatının en ünlü temsilcilerindendir.

Kafkasya’dan İran’a, Uzakdoğu Asya’dan Afrika ve Avrupa ülkelerine kadar geniş bir coğrafyada Müslüman dünyasında ilgiyle karşılanan Molla Nasreddin mizah dergisinin yaratıcısı ve editörüdür.

Oyun yazarıdır. Bu arkadaki tiyatroda da eserleri sahnelenir.”

Otele dönüp odama çekildiğimde Celil Memmedkuluzade’ye ve külliyatına daldım.

Altmış altı yıllık bir ömre ne çok eser sığdırmış!

En ünlü oyunlarından biri “Ölüler”. Oyundan birkaç satır yazayım ki, derinliğini anlayınız:

“Kendi ellerimle bir mezar kazacağım, içine gireceğim ve öleceğim.

Ölüler huzur içindeydi. Gerçekten dirilmeye ihtiyacı olanlar ‘yaşayanlar’dı.”

“Bilgisi olanın beş paralık saygısı yoktur, saygısı olanın da bilgisi yoktur…”

İnsan, ilgi duyduğu bir alanda eserler vermiş bir şahsiyeti ilk kez tanıyınca kendine kızıyor.

Hadi kızmayalım; “hangi birini öğrenelim, bu ömre sığar mı” mazeretinin ardına saklanıp içimi rahatlatayım:

“İyi ki bu geziye katılmışım, iyi ki bu anıtın önünde durmuşum, iyi ki merak etmişim, iyi ki cesaret edip yoldan geçen birine sormuşum.”

Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir?

Sonradan öğrendim ki o beyefendi, Nahçıvan’ın Gençlik ve Spor Bakanıymış.

İnanılır gibi değil!

Bir bakan korumasız, çakarlı arabasız yere basar mı, hazretleri sokakta yalnız yürür mü?

Elindeki ajandadan bilgilerimi yazmam için bir sayfa açtı.

Yazımın güzel olduğunu söylerler ama onun el yazısını görünce utanmadan edemedim.

Elim titredi yazarken; “inci gibi”, “nakış gibi”, “dantel gibi” sözleri bile hafif kalır.

Onu alıp gezi grubumuzun yanına götürdüm, takdim ettim, birlikte fotoğraflar çektirdik.

Rehberimiz Turan, mesleğini seven, naif bir insan. O da kuzeyin oğlu.

O önde, biz arkada yürürken, bir inşaatın etrafı özenle kapatılmıştı; üstündeki yazı dikkatimi çekti:

“Yaranmış hər hansı narahatlığa görə üzr istəyirik.”

Anlamadıysanız utanmadan, sıkılmadan Türkçeden Türkçeye çevireyim:

“Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz.”

Son uğrak yerimiz Duzdağ Hotel oldu.

Aslında burası bir tuz mağarası.

Mağara içinde, Sağlık Bakanlığı gözetiminde iki ayrı tedavi merkezi bulunuyor.

Yani tuz dağının içinde koca bir hastane mevcut.

Tüm uygulamalar doktor gözetiminde yürütülüyor.

Dünyanın dört bir yanından her yıl yüzlerce hasta nefes darlığına karşı burada tedavi oluyor.

Özellikle yaz aylarında merkeze başvuran astımlı hasta sayısı artıyor.

Yerin 180 metre altında bulunan bu hastanede 47 doktor, 18 hemşire görev yapıyor.

Mağaradaki bir hastane odasından çıkan genç bir kadına yaklaşıp “Geçmiş olsun” dedim.

Yanında dört-beş yaşlarında bir kız çocuğu vardı.

Alerjik astımı varmış, onun için gelmişler. Odadaki seanslar çocuklar için üç saat, büyükler için altı saatmiş.

Kadın bir işinsanının eşiymiş, kendisi de öğretmenmiş. Kapıda hanımefendinin babasıyla da tanıştım.

Akşamüstü, yöresel yemekler yapan güzel bir restoranda yemek yedik.

Başköşede “döşeme” denilen Azeri pilavı ve yanında armut suyu vardı.

Parmaklarımızı yedik.

Her insan bir hikâye, her şehir de öyle.

Nahçıvan’dan sonra Bakü’ye geçtik.

Bir sonraki yazımda Bakü izlenimleri paylaşacağım.

Şimdilik hoşça kalın sevgili okurlarım.