Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 28 Kasım 2025 günü yayımlanan yönetmelikle, bir nevi dolaylı yoldan “girişim sermayesi yatırımcısı” oluverdi. Yönetmeliğin tam başlığı “Girişim Sermayesi Fonlarına Katılım ve Girişim Sermayesi Uygulamaları Hakkında Yönetmelik”. Yıllardır hibe dağıtan, "projenizi getirin, destekleyeyim" diyen devlet, artık "şirketinize ortağım" diyor. Bunu da, girişim sermayesi fonuna kaynak aktarımı yoluyla yapıyor. Bu, devletin "hibe veren kurum" rolünden sıyrılıp, risk alan bir yatırımcı rolüne bürünmesi demek aslında.

Yönetmeliğin elbette iyi ve kötü yanları var. Bunu söylerken, girişim sermayesinin “risk sermayesi” olma özelliği ile birlikte, fazla “large” olunarak iktisadi mantıktan sapılması arasındaki denge hakkında yorum yapıyorum.

İyi yanlarına örnek olarak; tecrübe şartına getirilen gerçekçi bir esneklik mevcut. Yönetmeliğe göre “Bakanlık ilk defa girişim sermayesi fonu kuracaklar için, fonun en az %50’sinin diğer yatırımcılar tarafından taahhüt edilmesi koşuluyla 6 ncı maddenin birinci fıkrasındaki kriterlerin aranmasına gerek olmadığına karar verebilir". Yani, “fonun yarısını özel sektörden toplarsan, senin geçmiş tecrübene bakmayabilirim" diyor. Bunun yerinde bir karine olduğunu düşünüyorum, çünkü kabul edelim ki ülkemiz iş dünyasında “köşe kapmaca” sorunu mevcut.

Bence olumsuz yanlarına örnek olarak, "Yatırım Komitesi" meselesi var. Yönetmeliğe göre, eğer devlet bir fona %50’den fazla kaynak sağlıyorsa, yatırım kararını verecek komite üyelerini de onaylamak istiyor. Tamam; tüzel kişiliğin kontrolünü elinde bulunduran taraf yönetimde söz sahibi olur, doğru. Ama bir girişim ticari olarak büyük potansiyel taşısa bile, komitedeki kamu onayıyla gelmiş bir üye her zaman şirketin faydası için mi karar verecek, yoksa güncel kamu politikalarından etkilenecek mi? Veya ticari kararlar ile kamu yararı kavramları çatıştığında, masada hangisi galip gelecek? Örneğin bir sosyal medya uygulamasına yatırım yapılmak istendiğinde, kamu politikaları mı ağır basacak, yoksa büyüme potansiyeli mi?

Bir diğer gri alan ise tasfiye yetkisi. Yönetmelik, usulsüzlük tespiti halinde Bakanlığa "fonun tasfiyesini isteme" hakkı veriyor. İdarenin tek taraflı talimatı ile hukukun diğer alanları karşı karşıya geldiğinde, yetki karmaşası ve mevzuat çatışması ihtimalleri doğabilir.

Devletin bu yeni rolünün başarısı, yönetmelik metninden ziyade, uygulamaya bakıyor. Fon yöneticileriyle imzalanacak "Yatırımcı Sözleşmeleri"nin ne kadar özerk kurgulanacağına da bağlı bir mesele. Bazen farklı alanlarda, kamu kurumlarının taraf olduğu sözleşmelerde bir anda ortaya çıkan “sürpriz sözleşme maddeleri” görüyoruz. Girişim sermayesi hukuku da sözleşmeye sıkı sıkıya bağlı bir konu. Eğer bürokratik alışkanlıklar ticari kararların önüne geçerse, sistem tıkanacaktır. Aksi halde, ekosistem için yeni bir finansman kanalı açılmış olur.