Geçen hafta Marmara Ereğlisi merkezli oluşan 5,1 şiddetindeki depremi Bursa’da da hissettik. Daha önceki haftalarda Sındırgı merkezli depremleri de hissetmiştik. Deprem uzmanları bu depremlerin, Marmara Bölgesinde beklenen 7 şiddetindeki büyük depremle ilgisi olmadığını, açıkladılar.

Biliyorsunuz bu Haziran ayında, Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Sağlıklı Şehirler Ağı Yıllık İş Toplantısı Bursa’da yapıldı. Bu toplantıda, Dirençli Sağlıklı Şehirler, Herkes için Sürdürülebilir Kentsel Gelecek teması, Avrupa’nın dört bir yanından gelen politikacılar, akademisyenler ve kent sağlığı profesyonelleri tarafından tartışıldı.

Tartışılan konulardan biri de, Bursa’da yaşayanlar için önem taşıyan Bursa’nın Depremselliği idi. İşte son günlerde çevrede oluşan depremler, kentimizin bu özelliğine yönelik toplantı gündeminde tartışılan bilgileri sizlerle paylaşmaya yönlendirdi beni, gelin göz atalım;

Bursa tarih boyunca birçok yıkıcı depreme sahne olmuş ve aktif fay hatları etkisi altında kalmış bir bölge olarak öne çıkmaktadır. Özellikle Kuzey Anadolu Fayı’nın orta kolu gibi bir fay hattının üzerinde yer alması, şehrin yüksek depremsellik riski taşımasına neden olmaktadır. Jeolojik, sismolojik ve jeofizik araştırmalar, Marmara Denizi çevresindeki aktif fay kuşaklarının gelecekte büyük depremler üretme potansiyelinin oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Bu durum Bursa ve çevresinin yerleşim açısından dikkatle değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.

Bursa ve çevresindeki deprem oluşumlarının tarihçesine göz atarsak, 1900 yılı öncesi ve sonrası kayıtlarına bakıldığında, Bursa’nın geçmişten günümüze birçok büyük depreme maruz kaldığı açıkça görülmektedir. Bu durum, bölgenin deprem riskine karşı dirençli yapılaşma ve afet yönetimi stratejileri geliştirmesini zaruri kılmaktadır.

Araştırmacıların bugüne kadar uluslararası düzeyde yaptıkları çalışmalara göre, kentin kuruluşundan XIX. yüzyıl kadar geçen süreç içinde, şiddeti 5 ve üzeri 390 adet deprem yaşanmıştır. Bu depremler sürecinde Bursa’yı doğrudan etkileyen olaylar da önemli yer tutmaktadır. Özellikle 1855 yılında art arda meydana gelen 28 Şubattaki 7,1 şiddetindeki, 11 Nisandaki 6,6 şiddetindeki depremler Bursa çevresinde büyük yıkımlara neden olmuş, yüzey kırıkları oluşmuş ve birçok yerleşim yerinde can kayıpları yaşanmıştır. Aynı dönemde Mustafakemalpaşa ve Karacabey, Gemlik ve Akçalar gibi birçok yerleşim birimi de ciddi hasar almıştır. Tarihsel belgelerdeki kayıtlar, bu depremler sırasında Ulubat Gölü civarında sıvılaşma etkileri ve sıcak su kaynaklarındaki değişlikler olduğunu da göstermektedir.

Bursa’nın deprem geçmişi sadece 1855 ile sınırlı değildir, 12. Yüzyıldan itibaren yüzyıllar boyu şehir ve çevresini yıkan birçok depremin varlığı tarih kayıtlarında görülmektedir. Bu depremlerin büyük bölümü Kuzey Anadolu Fayı’nın orta ve güney kollarına bağlı fay zonları üzerinde meydana gelmiştir. Özellikle MKP Dorak-Durumtay ve Kayapa-Yenişehir Fayları 1855 depremlerinin kaynakları olarak gösterilmektedir. Bu verilere göre Bursa ve çevresi, tarih boyunca sık sık depremlerle sarsılmış, bu da bölgenin aktif fay hatları üzerinde yer aldığını ve sismik açıdan yüksek risk taşıdığını göstermektedir. Tüm bu tarihsel ve jeolojik veriler, Bursa’nın depremsellik açısından dikkatle ele alınması gereken bir yerleşim alanı olduğunu net biçimde ortaya koymaktadır.

Dönemimde yapılan ve üzerinde çalışılmakta olan yeni plan henüz Büyükşehir Belediye Meclisi’ne gelip onaylanmadığı için yürürlükte olan, sonradan yapılan değişikliklerle paramparça edilmesine rağmen halen geçerli olan 1/100.000 ölçekli imar planını düzenlerken, Bursa Ovasının bu jeolojik yapısını dikkate alıp yeni yerleşim alanlarını ve ikinci sanayi bölgesi NOSAB’I, ovanın depremsellik riski ve tarımsal değeri yüksek bölgesinden, Bursa Ovasından, uzak tutup, temel koşulları sağlam yamaç arazilere yerleştirmiştik. Ovanın taşıma gücü çok zayıf ama tarımsal değeri çok yüksek, derin alüvyon tabakasından oluşan bölümünü de, ‘’Korunacak Tarım Alanı’’ olarak etrafını kırmızıçizgiyle çevirmiştik. Ama ne yazık ki bu gün o plan paramparça edildi, bir yandan değerli tarım alanları yok edilirken, diğer yandan statik olarak taşıma ve depreme dayanma gücü çok zayıf tarım alanları üzerine sanayi bölgeleri kurdular, paralelinde yerleşim alanları oluşturdular ve sonunda değerli toprak kaynağımızı yok ederken kendilerini de büyük bir deprem riski altına soktular!!!