En iyi, en faydalı, en güzele yolculuk; bitmeyen bir serüvendir. Gelişen insan mükemmeli arıyor. Değişen çağ artık bunu emrediyor.

Üretilen her ürün farklı olmalı, eskisinden güzel olmalı, kolay üretilmeli, çok satılmalı.

Bir otomobil üretimiyse söz konusu olan, bir önceki modelden bir özelliği mutlaka fazla olmalı, daha az yakmalı, daha konforlu olmalı.

Peki bu yolculuğun bir durma noktası yok mu? Galiba yok. İnsanın tabiatına aykırı bir şey olduğu yerde kalmak.

Her bakımdan daha, daha, daha! Sonsuza dek daha...

Sporda kırılan rekorlarla ilgili yıllardır hep konuşulan da buna benzer bir şey. Rekorlar bir gün bir yerde duracak mı?

Her olimpiyatta bir salise de olsa, birkaç dalda da olsa rekor kırılıyor. Rekor kırılsın diye değiştirilen, geliştirilen çalışma metotları, yeni nesil spor aletleri, doping yerine geçmeyen gıdalar, doping testinde çıkmayacak dolayısıyla doping sayılmayacak kimyasallar. Hep daha iyi bir derece çıksın diye verilen uğraşlar.

İnsan bedenini, kas yapısını, sinir sistemini değiştirmeye yönelik bir sürü çaba. Kadın sporculara verilen bolca erkeklik hormonuyla ortaya çıkan erkek görünümlü dişi sporcuların kırdığı rekorlar, gerçekten insan olarak yaratılmış canlının dişisine mi ait?

Artık genlerle oynamak, canlının yaratılmış ilk halini değiştirmek, kopyalamak, embriyoyu ayıklamak kurgubilim değil gerçek!

Doğuştan gelen hastalıkların önüne geçmek için yapılan araştırmalar artık doğacak çocuğun binlerce sperm içinden seçilerek ana rahmine yerleştirilmesine kadar vardırıldı. Bu yarışa çıkmaya hazır binlerce maratoncuyu yarışma öncesi inceleyerek yarıştırmadan birinciyi ilan etmeye benziyor.

En güçlü, boylu poslu, fiziksel görünüşü düzgün atleti bir arabaya bindirip son sürat finiş çizgisinin önüne kadar getir, “Hadi geç çizgiyi ve birinci oldun,” de.

Doğal yollardan döllenmenin önüne geçerek artık siparişe göre çocuk yapmanın normal olduğu bir çağa mı gireceğiz?

Karar aşamasına gelindiğinde kanser, obezite, alkol bağımlılığı, madde bağımlılığı ve birçok hastalığı taşıma olasılığı olmayan embriyolarla mı devam edecek insanoğlunun geleceği? Yani bir gün geldiğinde artık normal yolla döllenme ortadan kalkacak mı? Sanki şu anki emareler kalkacağını gösteriyor.

Ana rahminden alınan su ve kan testiyle, üç boyutlu ultrasonla inceleme yapılarak çocuğun geleceği ile ilgili karar verilebiliyor. Yaşasın mı, yaşamasın mı?

Daha sağlıklı nesiller için hastalık riski en az olan embriyonun seçimi ile gelinen nokta doğal olana, şansa ve rekabete müdahale.

İşte burada durup bir düşünelim. Kim en çok yirmi yaşına kadar yaşama olasılığı olan bir çocuğa sahip olmak ister. Seçme şansı olan hangi insan seçmemeyi tercih eder?

Bunu hamilelik öncesi hangi anneye sorsanız aynı cevabı alırsınız: Çocuğum uzun yaşasın, sağlıklı olsun. Ya da ben öyle bir çocuk istiyorum.

Evet, seçersen öyle bir çocuğun olabilir. Kaza bela olmadığı sürece de sağlıklı ve uzun yaşayabilir.

Burada düşünülmesi gereken en önemli konu şudur.

Tek ve yegâne şey dahası mükemmellik uzun ve sağlıklı bir ömürde midir? Yumurtaya bakarak zekâ, yaratıcılık, sanatçı ruhluluk, cesaret, sabır, azim ölçülebilir mi? Tekerlekli sandalyeye mahkûm, ölene kadar bakıma muhtaç bir bilim adamı ayıklanma yöntemiyle döllenme olsaydı doğmayacak mıydı?

Dünya ve insanlık mükemmelliği galiba yanlış anladı.

Koca koca gökdelenler inşa edip içinde yaşayıp trilyonlar kazananlar ile gecekonduda kıt kanaat, zar zor yaşayanların da yaşlılık hayali aynı. Bu hayalin içinde araba, para, villalar yok. Küçük, sıcak bir kasaba. Mümkünse su kenarında, yeşillikler içinde minicik bir ev. Balık tutup, domates yetiştirilerek geçirilen günler.

Sessiz, sakin, dingin...

Yaradılış bunu emrediyor. Su, toprak ve hayat...

Ne kadar mükemmelliği arasan da gelip dayandığın en son mükemmellik noktası budur.

Çalışmayacak mıyız, araştırmayacak mıyız, geliştirmeyecek miyiz, gökdelenler yapmayacak mıyız, icat etmeyecek miyiz?

“Bana sorma, ben bilmem aşkı, sevdayı, neşeyi

Laleye sor, sümbüle sor, mor menekşeye sor”

Bana sorma, ben bilmem!

10 Ocak 2016, Çalı

Mor Yazma'm kitabımdan