Birbirimiz için ne kadar önemliyiz? Bunu nasıl anlarız? Geçtiğimiz günlerde Dikran Masis’in verdiği bir TV mülakatını izledim. “Dost iyi günde lazım” dedi. Değişik bir yaklaşım! Biz “zor gün dostu” deriz, “dost kötü günde lazım” deriz. Aslında söylediğinde bir terslik yok. “Adı dostsa her halükârda yanında olur, bunu tartışmaya gerek mi var?” demeye getiriyor. Amma velakin çoğu kimsenin bunu anladığını sanmıyorum. Konuşma arasında gargaraya geldi, kaybolup gitti. Oysa üstünde durulmasında fayda olan bir konuydu.

Masis, “Bana dostum iyi günümde lazım. Benimle güzel ve sağlıklı günlerimi paylaşmayan dostum olamaz,” diyor. O kadar doğru ki. Maddi sıkıntıdasın, biri çıkmış gelmiş, “Al şu parayı,” diyor. Anlıyorsun ki seni seven ve senin için fedakârlık yapmaya hazır biri. Yani dost!

Peki, niye düğünüme gelmedin, neden soframa oturmadın, niçin benimle oynamadın, koşmadın, gülmedin? Sen dostmuşsun, ben bunu şimdi anlıyorum ama kıymeti yok ki. Yoksa beni uzaktan uzaktan izledin, için için kıskandın da şimdi ezmeye mi geldin? Yahut sen gerçekte dost değil misin?

Bir filmde, ölen kahramanın başına dikilip, “Eee, sen de öldün ha!” diyen o zavallı adamı hatırlıyorum. Evet, öldü, senden önce öldü hem de. Bununla gururlanacaksan gururlan. Lâkin sen de öleceksin ve biri dikilecek başına.

Mafya filmlerindeki cenaze törenlerinde ölüm emrini vereni de görürüz çokça. Herkes bilir kimin yaptığını fakat konuşmaz. Hatta ona bile başsağlığı dileyenler olur. Yani bu bir işti, şahsi değildi! Her ne kadar filmden örnek versem de hayatın kendisi de böyle. Bir provokatör ajan, başka bir ülkenin değil kendi ülkesinin insanlarını bile öldürdükten sonra evine gidip çocuklarını sevmiyor mu, mışıl mışıl uyumuyor mu? Mesele şahsi değil, sadece iş. Hâlbuki ölen için tamamen şahsi. Hayatında yaşadığı en şahsi şey! Ölürken yaşadığın son anın, ölüyor olmanı anlama anın olmasından daha şahsi ne olabilir?

Hastasın ve başında dikilen biri var. Hayatının hiçbir güzel anında yanında olmamış ve şimdi çıkmış gelmiş. En zayıf anında karşında duruyor.

“Sana düğün davetiyemi vermişim, seni yemeğe çağırmışım gelmemişsin. Sen de çağırmamışsın hiçbir özel gününe. Şimdi burada ne işin var?”

Helalleşmekse niyetin, ne lüzumu var? Neyi bölüştük ki seninle helalleşeceğiz? Akrabam olmuşsun, komşum olmuşsun, iş arkadaşım olmuşsun ne önemi var? Sadece birbirimizi görmüşüz o kadar.

Evet, Masis haklı. Bana da iyi gün dostu lazım. O gerçekten dost mu hiç sınamak istemem.

Hiç muhtaç olmayalım kimseye, hiç kimseyi sınamayalım. Öylece kalkıp gitsin bu tren...

(Arkası Yarın Mektuplar-3 kitabımdan)