Bugün günlerden pazartesi. Ege’yi soluma, batıma; Akdeniz’i arkama, güneyime aldım ve kendi şehrim olan Bursa’ya doğru yola çıktım. Yaklaşık otuz yedi yıldır İmbat Tatil Sitesi’nde tatil yapıyorum. Orası artık bizim için bir tatil yeri değil; bizzat hayatın merkezi, yaşam biçimimiz haline geldi. Ailemi orada bıraktım. Kısa bir iş seyahati için Bursa’ya gidip döneceğim.

Bu sırada kızım ve damadım, Yunanistan’ın Samos Adası’ndalar. “Bir insan bir tecrübe, bin insan bin tecrübe” sözü aklıma geliyor. Onların gözlemlerini dinlemek bana hem tanıdık hem de düşündürücü şeyler hatırlattı. Son yıllarda Türkiye’de hizmet sektöründe artan fiyatlar, Türk insanını özellikle yakındaki şirin Ege ve Yunan adalarına yönlendirdi. Bu, ülkemiz açısından acı bir tablo.

Tıpkı bir zamanlar Türkiye’nin turizm patlaması yaşadığı dönemlerde dünyaya tanıtım filmleri çekip, renkli broşürler bastırıp menüler hazırladığımız gibi… Şimdi de Yunanlar, Türk turisti hedef almış durumda. Kızım anlatıyor; artık restoranlarda, kafelerde menüler Türkçe hazırlanıyor. Tabelalar bile öyle. “Su akar yolunu bulur” derler ya; aynen öyle. Esnaf, para kazanmak için müşteri profiline göre hareket eder. Bu da ticaretin en doğru refleksidir.

Cem Yılmaz’ın talk show’unda diline doladığı “Her yer Türk” sözü, Samos için de geçerli. Kızım da aynı ifadeyi kullandı: “Her yer Türk.” Yunanlılar sıcakkanlı, tıpkı bizim gibi Akdeniz insanı. Politik meseleler olmasa halkların birbirleriyle hiçbir sorunu yok. Aslında dünya sınırları olmasa, herkesin özgürce dolaştığı bir yer olsa ne güzel olurdu…

Ama öte yandan karmakarışık duygular içindeyim. Ekonomi zor durumda, reel sektör kan kaybediyor. İnsanlar Türkiye’de hayatlarının en zorlu günlerini yaşıyor. Bazıları için her şey toz pembe olabilir ama geniş bir kesim için tablo karanlık.

Yolda mola verdim. Kahvemi yudumlarken sosyal medyada bir video izledim. Bir köylü amca, altı yedi köpek yavrusunu su dolu kovaya atıyor, kapağını kapatıyor, üzerine taş koyuyor… Yavrular orada can veriyor. Sorsan belki dindar biridir, camiye gidiyordur. Ama gözünü kırpmadan o masumları boğdu. İnsanın içi parçalanıyor.

Sonra eve dönünce kısa bir film izledim. Film, Nazi dönemini anlatıyordu. Köpekleri öldüren adama kızıyoruz ama henüz bir asır önce Almanya’da, sırf topluma yük oluyorlar diye engelliler sistemli bir şekilde katledilmedi mi? Hatta okullarda, matematik dersinde engellilerin topluma maliyeti hesaplatılmadı mı? İnsanlık aslında o kadar da ilerlememiş. Dün engellileri öldüren zihniyet, bugün başka canlara kıyıyor.

Şimdi Çalı’daki evimizdeyim. Tuna ve kız arkadaşı Delfin geldiler, çay içiyoruz. Ege’yi şimdiden özledim. Onlar benden önce gidecek, ben de hafta sonu yola çıkacağım.

Bu yazıyı yolda, yapay zekânın desteğiyle kaleme aldım. Özellikle istedim ki sadece bana asistanlık yapsın, cümlelerim bana ait olsun. Çünkü hayatın geldiği noktada, bir yanda ileri teknolojinin sunduğu imkanlar; bir yanda hâlâ cana kıyan ilkel zihniyet var.

Güzel günlerde, insanlığın ikinci evresinde görüşmek dileğiyle…

Hoşça kalın değerli okurlarım.