Eylül güneşi hâlâ ısıtıyor; sonbahar henüz tüm ağırlığıyla gelmedi. Ben ise zihnimde Denizli’nin kışına dönüyorum; karın, soğuğun, antik havuzun buharının içinde geçen günleri yeniden yaşıyorum.

Popüler Berber Salonu'nun camından dışarıya bakıyorum… Denizli'de yazdan kalma günlerden sonra hava soğuk…

Her şehrin farklı insanlar için farklı anlamı vardır. Benim için de Denizli'nin çok özel anlamları var. Hayatımın büyük bölümüne damgasını vurmuş bir şehir.

Sözüm, nişanım, nikâhım bu ilde yapılmış. Kayınvalidenin Muratdede Mahallesi'deki, kayınbiraderin Çamlık’taki, baldızın Akkonak Mahallesi'ndeki, eşimin yeğeni Yalın'ın Merkez Mahallesi'ndeki evlerinde nice anılarımız gizli. Birlikte yenilen yemekler, neşe, kahkaha ve yaşama sevinci.

Kim yakın durursa onunla yaşamı paylaşmaya meyilli insanoğlu.

Sabah Çamlık'taki evden görünen Karcı Dağı'na karşı içilen sabah çay, Saniye Abla'nın saç böreği, berber dükkanında Yalın'ın yaptığı saç tıraşı…

Denizli; ekmeğimin, aşımın, eşimin şehri…

Doğduğum il Bursa'ya çok mu benzer, yoksa sevdikçe ben mi benzerliklerini çokça görmeye başladım, bilinmez. Havluculuk, termal turizm, yeşillik, coğrafi yapı, çarşı-pazar, esnaf, iklim sanki aynı…

Dükkânın penceresinden dışarıya bakarken birden düne gidiyorum: Şubat ayında sulu kar yağıyor termal antik havuzun üstüne. Sıcak su bedeni kuşatırken ılık-sıcak gökyüzünü, binlerce yıl önce yontulmuş mermer sütunun üstünden seyretmek…

Onlarca yüzyıldır akan ve geçtiği yeri beyaza boyayan suyun içinde bir tüy kadar hafiflerken, bir zamanlar üç yüz bin kişinin yaşadığı bu muhteşem şehrin zamana kafa tutan enkazına bulamak gözleri ve düşünceleri…

Hierapolis'in ne kadarı aşırılıp götürülmüş ne kadarı toprak yüzüne çıkarılmış? Laodikya bu hızla 450 yılda tamamen gün yüzüne çıkarılacakmış. Nedir bendeki bu deli gibi merak? Bir dakikacık olsa gitsem o döneme, o beyaz giysileri kuşanıp karışsam aralarına, ne olur?

Müzede bir mutfak malzemesi... Kim değmiş buna? Müzede bir çift küpe… Kim takmış kulağına? Kim bu taşa yontmuş koca aslanı bıçaklayan gladyatörü? Sahiden var mıydılar, yaşamış mıydılar?

"Üç Çinli kız boyunlarına kadar sokmuşlar bedenlerini suya.

İki Kanadalı başka bir kenarda aslan ağzında.

Türkler yani bu coğrafyanın şimdiki sahipleri dışarıdan şaşkın şaşkın bakıyor bu soğukta yüzen insanlara.

Ne yapsınlar, bir kişi dünya para!"

Kebabını dönere değişmem mi? Düşündüm değişmem. Kokoreççi olmuş her köşe başı. Hem malzeme bol hem çok lezzetli.

Kuru patlıcan dolması, kese yoğurdu, otu, havucu… Kurbanda hütücü, Cankurtaran'da kelleci…

“Napıyon gari, ne ediyon gari?”

Ne bilirdim çocukken radyoda dinlediğim Özay Gönlüm'ün "Bi yo öpüverem gocuman gız ilimon yanaktan" türküsünün izinden gideceğimi, komşunun horozunun buradan geldiğini?

Denizli; aşımın, eşimin şehri… Yine geleceğim bekle beni.