Şüphesiz insanlığın en önemli icadı tekerleğin bulun­masıdır. Daire şeklindeki iki şeye bir de dingil takıldı­ğında insanlık medeniyet yolculuğuna başlamıştır. Bugün bile hangi makineye baksak içinde mutlaka bir tekerlek ya da yuvarlak, dönen bir parça görürüz.

Derdim insanlık tarihi ile ilgili değil. Ortanca oğlumuz Ar­da’ya önce benim, sonra annesinin kullandığı bir aracı ver­dikten ve sonrasında kullanmak zorunda kaldıktan sonra bana bir haller oldu.

En az on yıldır kullanmadığım bu arabanın özelliklerini, sürüş biçimini tekrar deneyince anılarım depreşti. Daha doğrusu bir hissiyat oluştu içimde.

İnsanın bir makine ile kurduğu bağ yaşamsaldı. Bir yer­den bir yere gitmek dışında başka bir duyguydu bu. İçinde dinlediğim müzikler onu kullandığım zamanın müzikle­riydi. Yani bir dönemi yaşıyordum, bir zamandan geçiyor­dum o arabayı kullanırken.

Mecbur kalıp, temizletip, yağlatıp, yıkatıp Didim’e doğru yola çıktığım o beş saatlik yolculukta arabalarımı düşün­düm. Ta çocukluğuma gittim.

İnsan hayatında vasıta tabii ki hep çok önemli olmuştur. Ve tabii ki benim hayatımda da.

Her erkek çocuğu gibi benim de arabalarla olan bağım çocukluğuma dayanıyordu. Şöyle bir geriye baktığımda ve bir yandan da Ege’ye doğru hem arabayı sürüp hem de ço­cukluğumdan bu yana arabalarla olan etkileşimimi düşünürken, BENİM ARABALARIM kitabım doğ­muştu bile.

Mutlaka yazmalıyım, vakit kay­betmemeliyim dedim ve tam bir gün sonra yazmaya başladım.

Sizi “Benim Arabalarım” kitabım­dan ilk arabamla kısacık bir geziye davet ediyorum. Buyurmaz mısı­nız?

TAŞ ARABASI

İstanbul Üsküdar’daki Boğaz’a bakan kiralık evimizde babamın aldığı ve çok sevdiğim bir arabam olmuştu. Bu benim ilk arabamdı. Sanı­yorum dört yaşında falandım. Dört tekerlekli, ön tekerlekle­rinin dingili kalın bir çekme teline ve o telin bir ahşap sapa bağlı olduğu kırmızı taş arabası; bir traktör römorkunun minyatürü işte.

İçine ıvır zıvır koyar bahçede dolaşırdım. Ara ara da babam beni içine oturtur gezdirirdi. O yıllarda Berkant’ın Samanyolu şarkısı çok meşhurdu.

Taş arabam ne zaman aklıma gelse içimde Samanyolu çalar. 2000’li yılların başında rahmetlik Berkant’la tanıştı­ğımda ona da anlatmıştım. Çok duyguluydum. Duygum ona da geçti sanıyorum ki uzun uzun söyleştik.

Zaten bu anım depreştiği için başladım bahsettiğim kita­bıma, ön sözünde de dediğim gibi: Araba ve müzik, müzik ve anı, anı ve yaşam…

O taş arabası ne sağlam çıktı. On yaşına geldi­ğimde bile kullanıyordum. Önceleri oyuncak olan o araba artık benim bir gerecimdi. Meyve toplarken, pikniğe giderken taş arabası hep yanımdaydı.

Benden dört yaş küçük kardeşim İhsan’ı da çok gez­dirmişliğim vardır.

Babam birkaç kez boyadı. Sağa sola sürttüğünde bütün renkleri kat kat çıkar, belli olurdu.

Lastikleri aşındı ama kulla­nımı hiç bozulmadı. Ancak ta­banı delinince babam bir teneke parçasını perçinleyerek yama yaptı içine.

Hiç ses kaydı yoktur babamın. Bir videosu da yok bildiği­miz. O arabayı çekerken arkamdan seslenmesi ve görün­tüsü hâlâ belleğimde.

Bakın yine seslendi:

“YÜRÜÜÜ TAŞ ARABASIII!”