Kurumuş bir bitkinin saçaklı tepesini, başparmağı ve işaret parmağı arasında sıkıp ovuşturmuş bir gün biri.
İçinden kuru taneler çıkmış. Bakmış ki kuşlar bu taneleri gagalıyor o da atmış ağzına bir iki tane.
Sonra toplamış bir kucak kuru bitkiyi ayırmış bir sürü taneyi avucuna.
İki düz taşta ezmiş. Bir bakmış beyaz bir toz oluvermiş tanecikler.
Peki, kim su ilave etmiş bu toza?
Kim hamur yoğurmuş? Kim ateşte pişirip ekmek yapmış?
Ekmek hamurunu bulan akıl mı bulmuş düz bir sopadan oklava yapmayı?
Yoksa başka bir yerde, başka bir zamanda, başka bir insan mı?
Oklava hamuru ezerken yavaş yavaş oluşur yufka.
İnceldikçe ezilir, ezildikçe incelir.
Demiri bulmuşsa biri, hamuru incelten insan aklı demiri de inceltip sac yapmaz mı?
Sac yapıldıysa, hamur varsa, oklava varsa, ot fışkırmışsa topraktan sonbaharda, ateşi bulan insan sacı kızdırıp, ot toplayıp üstüne serpmez mi yufkanın?
Yufkayı katlayıp kızgın saca atmaz mı?
Atar elbet...
Adı bazlama mı, gözleme mi ne fark eder.
Ne bazla ne gözle, ye işte ne düşünüyorsun?
Ye gitsin, ömrün yetmez anlamaya.
(Hayal Et. A.Ş. Ürünleri kitabımdan)