Bu hafta, 45 yılımı geçirdiğim çimento sektörünün ana konusu olan çimentonun ve onun öncesinde, eski çağlardan bu yana kullanılmış, çimentonun atası olan bağlayıcı yapı malzemelerinin tarihinden bahsetmek istiyorum.
İlk yerleşik topluluklar, en kolay ulaşılabilir malzemelere yöneldiler. Kil ağırlıklı toprak ve saman karışımından kerpici oluşturdular. Kerpiç yapılar, yazın serin, kışın nispeten korunaklıydı ve üretimi zahmetsizdi. Ancak bu avantajların yanında dayanıksızlardı. Yağmurla ve rüzgârla zayıflayan taşıyıcılar, bu yapıların ömrünü kısıtlıyordu. Mezopotamya’da bu zayıflığı aşmak için kilin doğal asfaltla karıştırıldığı daha dayanıklı bağlayıcılar geliştirildi. Bu karışım, kerpicin ömrünü uzatıyor ve suya karşı direnci artırıyordu.
Aynı dönemlerde, Mısır’da, piramitlerin bloklarını birleştirmek için alçı bazlı harçlar kullanılıyordu. Alçıtaşının yakılıp öğütülmesiyle elde edilen bu malzeme, nispeten hızlı sertleşiyordu ancak nem karşısında zayıftı.
Alçı harçlarının ardından, Akdeniz dünyasında kireç esaslı harçlar yaygınlaşmaya başladı. Kireç taşının yakılmasıyla elde edilen bu bağlayıcılar, taş duvarcılıkta önemli bir ilerleme sağladı.
Önemli bir dönüm noktası, Roma İmparatorluğu döneminde gerçekleşti. Antik Yunanlılar volkanik küllerin kireçle karıştırıldığında suya dayanıklı bir harca dönüştüğünü fark etmişlerdi. Romalılar bu tekniği devralıp ileri taşıdı ve yaygın biçimde uygulanabilir hâle getirdi. Bu Roma harcıyla gelen dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri Roma’daki Pantheon ve kubbesidir.
Roma’dan sonra Orta Çağ boyunca, Roma’nın gelişmiş harç bilgisi büyük ölçüde unutuldu. Volkanik kül her yerde bulunmadığı için de bu teknoloji sürdürülemedi. Bunun yerine daha basit ve dayanıksız sade kireç harcı yeniden yaygınlaştı.
Batı’da bu geri adım atılırken, bizim coğrafyamızda ise öne çıkan Horasan harcıydı. Horasan bölgesindeki ustalar, volkanik kül yerine pişmiş kil esaslı tuğla ve kiremit kırıkları kullanarak Roma harçlarında görülenle aynı bağlayıcı sertleşme mekanizmasını elde ettiler. Bunun en görkemli örneği de hiç şüphesiz Ayasofya’dır.
19.yüzyıla kadar bu geleneksel yöntemlerle gelindi. Ancak sanayi devrimi, daha hızlı ve daha dayanıklı bir çözüm arıyordu. 1824 yılında İngiliz duvar ustası Joseph Aspdin, kireçtaşı ve kili fırınlayarak elde ettiği ürününe, İngiltere’deki meşhur Portland yapı taşına benzediği için "Portland Çimentosu" (Latince kökeni: caementum/kırık taş) adını verdi. Bu standart, seri üretilebilir ve çok güçlü malzeme yapı malzemelerinde bir devrim oldu. Sanayi devriminin gerektirdiği fabrikalar, köprüler ve hızlı kentleşme, ancak bu malzeme ile mümkün oldu.
20.yüzyılda üretim teknolojileri gelişti; dev dönen fırınlar yapıldı, üretim milyonlarca tona ulaştı. Türkiye'de ise 1911'de Darıca'da ilk fabrika kuruldu, ama asıl gelişme 1950'lerden sonra oldu. Bugün Türkiye, dünyada en çok çimento üreten ülkelerden biri olarak ihracatıyla da öne çıkıyor.
Konuya ileride devam edeceğim. Sağlıkla kalın…