Girişimcilik son yıllarda sadece bir ekonomik faaliyet değil, adeta bir sosyal ideal haline geldi. “Kendi işini kurmak”, “patron olmak”, “fikrini hayata geçirmek” gibi ifadeler, özellikle genç kuşaklar için çekici birer hedefe dönüştü. Devlet politikaları, yatırımcı ağları, sosyal medyadaki paylaşımlar, melek sermayeler ve üniversite girişimcilik merkezleriyle desteklenen bu rüzgâr, girişimciliği bir umut kapısı gibi sunuyor. Ancak bu rüzgârın ardında, daha karmaşık bir gerçeklik yatıyor.

Verilere bakalım: Türkiye’de her yıl binlerce yeni girişim kuruluyor; ancak bu girişimlerin büyük kısmı ilk birkaç yıl içinde kapanıyor. TOBB’un verilerine göre kurulan her 100 işletmeden yaklaşık 80’i beş yıl içinde faaliyetini sonlandırıyor. Başarısızlık oranı bu kadar yüksekken, girişimcilik neden hâlâ bu kadar teşvik ediliyor?

Çünkü girişimcilik, ekonomik büyümenin ve inovasyonun temel dinamiklerinden biri. Girişimciler, yeni ürünler geliştiriyor, istihdam sağlıyor, vergi sistemini destekliyor ve pazarları dönüştürüyor. Teknoloji ve dijitalleşmenin öncülüğünde büyüyen girişimler, küresel rekabette ülkeleri öne çıkarabiliyor. Ancak bu başarı örnekleri genellikle istisnai hikâyeler. Kamuoyuna yansıyan "başarı öyküleri", buzdağının yalnızca görünen kısmı. Parlayan, büyüyen girişimler hiç mi olmuyor? Oluyor tabi.

Diğer yandan, Türkiye’de girişimci olmak Batı ülkelerine kıyasla daha çetin bir yol. Finansmana erişim zor, kur dalgalanmaları yüksek, hukuki belirsizlikler fazla, istihdam pahalı. Ayrıca, yatırımcıların büyük çoğunluğu hâlâ “risk alma” konusunda temkinli. Bürokratik süreçlerin karmaşıklığı ve vergi yükü de cabası. Tüm bunlar, hayallerle başlayan yolculukların çoğunu yolda bırakıyor.

Girişimcilik kültürünün gelişmesi için sadece parlak fikirlerin değil, sistematik destek mekanizmalarının da güçlendirilmesi şart. Eğitim sisteminde finansal okuryazarlık ve iş modeli geliştirme gibi konulara erken yaşta yer verilmesi; kadınlar, gençler ve farklı sosyal gruplar için daha erişilebilir kaynaklar sunulması; başarısızlığın da sürecin bir parçası olduğu gerçeğinin kabul edilmesi gerekiyor.

Sonuç olarak, girişimcilik bir “mucize reçete” değil. Herkese uygun değil, her zaman kazandırmaz ve elimizdeki küçük birikimleri de götürebilir. Ama doğru planlama, şeffaf destek sistemleri, doğru araştırma, profesyonel yönlendirmeler ve gerçekçi beklentilerle hem bireyler hem toplum için güçlü bir fırsata dönüşebilir.

Bu yazımdan girişimciliği desteklemediğim zannedilmesin. Benim özellikle vurgulamak istediğim taraflar, doğru girişim, planlı oluşum ve işletmeciliğin her noktasında bilgi sahibi olmak.

Hayal kurmak güzel; ama gerçekleri bilerek, gözünü açık tutarak yola çıkmak çok daha değerli.