Sayıştay raporuna göre neredeyse borçsuz belediye yok. Bizim belediyenin de 2021 yıl sonu bilançosuna göre 553,8 milyon TL borcu olduğu basında yer aldı.

Bunun yanında belediye iştiraki olan bir firmanın, 222 milyon TL borcu olmasına rağmen, 5 milyon 158 bin TL değerinde 37 aracını, 2 adedi vakıf ve bir tanesi yurt dışına olmak üzere bazı belediyelere bağışladığı Sayıştay raporlarında yer almış. Raporda kamu kaynağı kullanan bir şirketin, mevzuat düzenlemeleri doğrultusunda, taşıt ve buna benzer taşınır bağışı yapmaması gerekir denmiş ve bu durum usulsüzlük olarak nitelenmiş.17 Kasım tarihli bir medya haberine göre de Sayıştay, Ankara’da bir ilçe belediyesinin 38 adet aracının kayıp olduğunu tespit etmiş.

Son yıllarda alışkanlık haline gelen bu ve benzer vakaların artmakta olması dikkat çekiyor. Öncelikle siyasilerin ve ne yazık ki kamu kurumlarının bütçe kapsamındaki harcamalarında yasalarla, yönetmeliklerle ve temayüllerle belirlenmiş mali disipline gerektiği gibi uyum göstermemesi, zaaflar yaşanması ve usulsüzlüklerin artışı, diğer mahsurları yanında, topluma da pek çok manada kötü örnekler oluşturmakta.

Mesele bugünün meselesi de değil. Üzülerek ifade etmek gerek ki, uzun yıllardır Türkiye’de hükümetler başta olmak üzere, pek çok kamu kurumunda, tutması düşünülmeyen açık vereceği baştan kabul edilen bütçeler yapılmakta ve oturumlarda bunlar günlerce tartışılmakta. Halbuki tartışılması gereken borcun nasıl düşürüleceği meselesi.

Bugün 553,8 milyon TL borcu olan belediyenin 2018 yılı bilançosunda görünen borcu 401,5 milyon TL civarında idi. Borç miktarı 3 yılda yüzde 38 oranında artmış. Peki bunun bir planı var mı? Borçlanma aynı hızla devam mı edecek? Bu işin sonu nereye varır? Düşünmeden edemiyor insan.

Tutmayacağı baştan kabul edilmişse, gerektiğinde ek bütçelerde yapılıyorsa o zaman bütçe yapmak beklenen faydayı üretebilir mi? Ayrıca hükümetler bunu yapıyorsa belediyeler neden yapmasın? Yıllardır tutmayan bütçeler yapılıp, giderek artan borçları umursamamak adeta normal sayılır oldu. Başkan ve meclis üyeleri parmak indirip kaldırarak milletin parasının harcanmasına, borçlar alınmasına onay veriyor. Kefil ise millet. Sistem alınan borç ile yapılan hizmetin ya da alınan mal mülk ve aracın sahibinin yine millet olduğu ilkesi üzerine kurulmuş. Ve tüm kamu görevlileri için geçerli olan ilke, görev yaptıkları kurumun malının bekçileri ve emanetçileri oldukları gerçeği. Bu nedenle resmi dairelerde demirbaş listeleri duvarda asılı. Bağış yapmak istiyor iseler kendi helal kazançlarını ya da bağış yapmaya özendirdikleri bireylerin şahsi kazançları ile gönüllü olması yolunu tercih etmek zorundalar. Ya da bütçelerinde bu iş için ayrılmış, kabul görmüş bir ödenekleri olmalı.

Bir diğer soru bütçeler yapılırken neden borcu düşürmek hedeflenmez acaba? Ya da bütçe disiplininden taviz vermek neden bu kadar kolaydır? Satışsa satış, bağışsa bağış. Neden baştan planlanmaz ve bütçeye konmaz? “Mali bağımsızlığını kaybedenlerin siyasi bağımsızlığından bahsedilemez” cümlesi çok ama çok önemli bir ikazdır. Düşmanlarımızın arzusunun ve beklentisinin, borçlanmanın mantığını unutmuş, borç ödemek için borç alan ve borçlarını ödeyemez hale gelmiş, gücünü kaybetmiş bir Türkiye olduğunu biliyoruz öyle değil mi? Tarihte, bu ya da benzeri nedenlerle yıkılmış pek çok Türk Devleti’nin tecrübeleri ibret dersidir. Bunu unutmamak ve daha çok çalışmak zorundayız.