Koronavirüs henüz bitmedi. Ve anlaşıldı ki asla da bitmeyecek. Uzmanların uzun süre önce dediği gibi, insanlık onunla yaşamayı öğrenecek.

Yaklaşık dört sene gitti hayattan. Evlere kapanıldı, sınırlı ve dikkatli sokağa çıkıldı, her yerde korunma önlemleri ile sevdiklerinin, dostlarının cenazelerine katılamadı insanlar.

Yaşam, televizyon haberlerinden takip edildi. Her akşam açıklanan test, hastalanan, hayatını kaybeden sayısı ile yorulduk. Sohbetlerin konusu değişti.

Ve geçenlerde 4 sene aradan sonra bir değişiklik amacıyla Antalya tarafına doğru yol yapmak, pek çok açıdan enteresandı. Sağlığın değerini, zamanın ve çevrenin yalnızca hayatlarımızı değil, tüm yaşam alanlarımızı iyi ya da kötü etkilediğini böylesine net görmek şaşırtıcı idi.

Bu basit gözlemin Antalya notunun kötü olması üzücü oldu. İçinde yaşarken fark etmediğiniz pek çok değişiklik, sürece bağlı olarak gerçekten şaşırtıcı olabiliyor. Kim bilir uzun süre sonra Bursa’yı yeniden gören gözler neler hissedecektir? Sadece 4 sene önce Antalya’ya doğru inerken, yeşille mavinin bütün tonlarının ahengini algılamak mümkün olurdu. Yazın sıcağına rağmen, dağlardan sahile doğru yaklaştıkça denizin kokusu, serinliği teninizi okşardı. Yol boyunca sağlı sollu seralar dikkat çekerdi. Limon ağaçları, mandalina, portakal ağaçları görmek mümkündü.

Bu kez görünen yol boyunca dikkat çeken taş ocakları, hafriyat döküm sahaları ve estetikten 1 gram nasip almamış çirkin mi çirkin bir örnek yapılar oldu. TOKİ’nin şehirlerimizin siluetine yaptığı büyük hasarın çarpıcı bir örneği. Ucuz konut, sosyal konut bahanesi ile şehirlerin mimari kültürünü alt üst eden çirkin yüksek iç içe binalar.

Bursa’nın tam ortasına yapılan, yüz yılların Uludağ panoramasını yok eden TOKİ yapılarının benzerleri Antalya’nın girişini ve çevresine yapılmış ve benzer etkiyi yaratmış. Çok değil 10 yıl içinde bu yapılar şehrin gelişimini etkileyecek ve büyük ihtimal Antalya’ya gittiğinizde sizi meyve sebze bahçeleri yerine, şehrin içinde belki de merkezinde kalmış, beton yığını çok katlı gecekondular karşılayacak. Ve denizden gelecek esintiye ulaşmayı beklerken, karadan gelen taş tozu ile nefesiniz tıkanacak. Bir yapı adı sosyal diye ille de kötü bir estetikte mi olmak zorunda? Üstelik ucuz olduğunu iddia etmekte zor.

Yazık. Gerçekten çok yazık. Ucuz ve sosyal konut yapmanın yolunun bu olmadığını bilen biliyor. TOKİ’nin kullandığı imkanları sektör yatırımcıları kullanabilse çok daha kaliteli ve çevreye uyumlu yapıların aynı fiyatlara satılabileceği net bir gerçek olarak ortada.

Bir taraftan bu yapılar, diğer taraftan orman yangınları ile sarıya dönen çevre, cennet misali sahillerimizin tabi güzelliğini yok etmeye devam etmiş ve sanki bu çirkinlikler, her şey dahil tatil köylerine gelen turistin yapısını dahi değiştirmiş. Ağırlıklı turist Rus’un köylüsü. Biz Türkler için ise hayat kalmamış. Yol masrafları dahil 1 hafta tatilin bedeli en uygun fiyatlı tesiste bile beş asgari ücret. Yabancı turist ise ülkesindeki asgari ücretin yarısı ile aynı tatili yapabiliyor. Düşünün tesis içi dükkanlarda tüm ürünler avro ile fiyatlanmış. Basit bir plaj elbisesi 50 avro. Burası Türkiye dersen cevap şöyle: “Hangi Türk buraya gelecek de bu malı alacak abi?” Bir bakıma doğru. Türkün zengini Avrupa’da, sonradan zengin olanları daha iyi tesislerde tatil yapıyor ve buralara gelmiyor. Fakiri ise evinde tencere derdinde. Nereden tutsan içler acısı. Kendi memleketinde değerin kalmamış.

40 senedir gittiğimiz Antalya, 4 senede değişmiş. Diğer yörelerimiz ne durumda görmek gerek. Antalyalı turizmci zamana uymuş ve paranın peşine düşmüş gerisi umurunda değil gibi. Çevre faktörünün, insan faktörünün kalitesinde belirleyici olduğunu tamamen unutmuş. Ülkemizin ekonomik şartları nedeniyle “ne yapsınlar” diye hoş görülü bakabiliyor olsak da umalım ki bu bakış açısı kısa zamanda değişsin. Böyle devam ederse Antalya’daki sosyal statü çevresi gibi gri ve sarının tonlarına bürünecek. 4 sene önce İspanya ile yarışan Türk turizmi bugünü mumla aramaz inşallah.