Bir seçim gününü geride bıraktık. Ben bu yazıyı henüz seçimin yapılmadığı, sonucun ve kazananın netleşmediği ya da 2. tura kalıp kalmayacağının belli olmadığı bir geçmiş zamandan yazıyorum; seçimin birkaç gün öncesinden. Ülkemiz için her seçim çok önemli ve sonra ki sürecinin yürütülmesi için de bir başlangıç. Umarım ülkemiz ve halkımız için hayırlı olacak bir durumla sonuçlanır.

Siyasi bir tarafla yazmayacağım bu yazıyı, yine elimden pek bırakmak istemediğim uzmanlık alanımla, markalaşma üzerine yazacağım. Marka dediğimizde siyasi tarafı üzerinden uygulanan kısımlarından biraz bahsetmek istiyorum.

Birinci nokta:

Marka tescili

Birçok politikacı kendi adlarını veya parti sloganlarını marka olarak tescil ettirmektedir. Burada amaç kullanılan parti isimin veya sloganların, logoların başkası tarafından kullanılmasını engellemek. Yine kullanılan el işaretlerinin hareket markası olarak tescil edilebilirliği de mümkün. Ama genelde siyasi partilerde herkes tarafından kullanılan el hareketlerinin kullanıldığını görüyoruz. Bununla birlikte, tesciller isim veya sloganın yasal korumasını sağlayarak, politikacının imajını ve kimliğini kontrol etme ve güçlendirme fırsatı sunuyor. Patent ve marka tescili, genellikle iş dünyasında ürünlerin ve hizmetlerin korunması amacıyla kullanılırken, artan siyasi parti sayıları ile son zamanlarda siyasi figürlerin adlarının ve sloganlarının marka olarak daha çok tescil edildiğini görüyoruz.

İkinci Nokta:

Marka Konumlandırması

Burada hem adayın hem de partisinin oluşturduğu bir imaj ve yarattığı algı hedef kitlesini etkiliyor. Giyimiyle, cümleleriyle, verdiği fotoğraf kareleriyle, el işaretleriyle bir algı oluşturuluyor. Gösterdikleri ve içimizde yarattıkları bir algıyla biz kişiler hakkında, bir bilgi ediniyoruz ve edindiğimiz bilgi kişinin kendisinde hissettiği şeye göre beğenilip beğenilmeyebiliyor. Kişinin herkese özgürlük verecek olarak oluşturduğu imaj kimi kesimin hoşuna giderken kimisinin gitmeyebiliyor, dini ön planda tutacak imajı yine aynı şekilde. Milliyetçi ve sadece Türk halkından taraf olacak imajı buna keza. Burada bence sorun olan bu algıların üstüne o kadar yükleniliyor ki, bu özellik sadece o kişide varmış ve aday ve partilerde bu özellikler yokmuş gibi de bir imaja doğru gidiyor. Diğerleri milliyetçi değil, ülkeyi bölecek veya ülkeden din kavramını kaldıracak gibi bir karşı imajı da yüklemiş oluyorlar. Herkes algıladığından hissettiği güvene göre oyunu kullanıyor.

Üçüncü Nokta:

Seçim Kampanyaları ve rekabet

Siyasi seçim kampanyaları giderek daha rekabetçi hale gelmekte ve politikacılar, seçmenlere ulaşabilmek için etkili stratejiler geliştirmek zorunda. Her noktada öne çıkmak için farklılaşma, seçmenin ihtiyacını anlama ve ona göre bir rekabet stratejisi belirlemek önemli. Bir adaya yöneltilecek “Niçin aday oluyorsunuz?” sorusuna verilecek cevap, aslında bir kampanya temasının açıklanmasından başka bir şey değildir. Burada yapılan önemli başlangıçlardan biri kimden oy alma potansiyelinin olduğunun belirlenmesi ona göre bu kişilerin neye ihtiyaçlarının olduğunun saptanması ve onları ikna edecek bir ‘neden aday oluyorsunuz’ sorusuna cevap bulunması. Ortak vaatler olsa da farklı vaatlerinin anlaşılır bir şekilde seçmene aktarılması amaçlanıyor. Şu tür yöntemler uygulandığını gördüm. *Seçmenin geçmişten getirdiği korkuların üstüne gidilerek hatırlatılarak yine o günlere dönme korkusu veriliyor. *Seçmenin gelecek kaygısının üzerine gidilerek bu kaygıların giderileceği umudu verilmeye çalışılıyor.* Şimdiye kadar mecliste bulunmuş siyasetçilerin neleri başaramadığının üzerine gidilerek farklı bir kişi, farklı bir yaklaşımın daha iyi olacağına ikna edilmeye çalışılıyor.

Tüm bu ve daha pek çok markalaşma ve marka konumlandırma çalışmalarıyla önemli bir süreç yaşadık. Hepimiz için güzel olacak bir sonuç olmasını diliyorum.

İyi haftalar.