Türk Ticaret Kanunu'nun 209. madde hükmüne göre, hakim şirketin sorumluluğuna gidilebilmesi için ikinci koşul, hakim şirket bağlı şirket ilişkisi bulunmasının, şirketler topluluğunun itibarının toplum veya tüketici nezdinde güven veren bir seviyeye ulaşması gerekmektedir.
Sözcük kökeni Arapça olan itibar sözcüğünün Türk Dil Kurumu sözlük anlamı diğerleri yanında özellikle; saygı görme, değerli bulunma, güvenilir olma (saygınlık) ve borç ödemede güvenilir olma (kredi), durumunu ifade eder.
“İtibar kavramına” TTK m.209’da olduğu gibi sorumluluk hukuku alanında “anahtar” bir hukuki anlam ve işlev yüklenmeye çalışılması, birtakım çelişkileri ve zorlukları da beraberinde getirmiş gözükmektedir. Bunlardan birisi, itibarın oluşması ve sürmesinde topluluğa itibar eden/güvenen üçüncü kişilerin algılama ve tutumlarının bir rol oynamasına karşın, yine bu üçüncü kişilerin zarara uğradıkları iddiasıyla zararlarının tazmin edilmesini istemeleri durumudur. Bir diğer deyimle hem güvenen ve hem de bundan zarar gördüğünü iddia eden kişinin aynı olması, çelişki görünümü vermekte ve “itibarın” hukuki bir kıstas olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda tereddütlere yol açmaktadır. Ancak bu çelişki görünüştedir ve soruna klasik akdi sorumluluk-haksız fiil sorumluluğu penceresinden bakılmasından kaynaklanmaktadır. Zira güven sorumluluğunun ortaya çıkmasının sebebi ve bunu diğer sorumluluk kaynaklarından ayıran husus tam da budur: Zararın, potansiyel tazminat yükümlüsünün fiili veya buna isnat edilebilir bir diğer olay sebebiyle değil, zarar görenin kendi davranışı neticesinde doğması, bir diğer ifadeyle zarar görenin kendisine, kendi fiili ile zarar vermesidir. Normal olarak kişinin kendisine zarar vermesinden dolayı üçüncü kişinin sorumluluk yüklenmesi söz konusu olamaz. Ancak üçüncü kişinin güven sorumluluğu uyarınca tazminat yükümlüsü kılınmasının sebebi, bunun zarara gören tarafta güven yaratmak suretiyle, bunun kendisine zarar verecek bir davranışta bulunmasına yol açmış, buna davetiye çıkarmış olmasıdır. Zarar doğuran olgunun bizzat zarar gören tarafından gerçekleştirilmesi hususunun, daha açık bir deyimle, kişinin kendisine zarar vermesinin ve bundan da bir üçüncü kişinin sorumlu tutulmasının, “güven sorumluluğunu” gerek akdi gerekse haksız fiil sorumluluğundan ayırdığı az önce ifade edilmişti. Bu son iki halde, zarar görenin eylemleri, zarar verenin sorumluluğunun varlığına ve kapsamına belirli hallerde (meşru müdafaa, TBK m.52/I; müterafik kusur, (TBK m.44, 98/II) etki ederken, “güven sorumluluğunda” itibara güvenip iktisadi menfaat temin etmek amacıyla yapılan eylem, sorumluluğun ortaya çıkmasının olmazsa olmaz şartını teşkil etmektedir. Böylece TTK m.209 ile bireyin hukuki sorumluluğunun, bunun zarar veren eylemlerine bağlı olduğu (TBK m.41 vd., 96 vd., 61 vd.) tezi, zarar görenin fiiliyle de sorumlu olunabileceği teziyle tamamlanmış olacaktır. Esasen bu husus genel özellikleri itibariyle, vekâletsiz iş gören kimsenin TBK m.413-414 çerçevesinde iş sahibine karşı olan hakları ile benzerlik arz etmektedir. Zira burada da bir kişiye (iş sahibine), kendi iradesi dışında, üçüncü kişinin herhangi bir yetkisi olmadan yaptığı eylemden dolayı sorumluluk yüklenmesi söz konusudur. Bu bakımdan TTK m.209‟un sorumluluk hukuku alanında, sorumlu-zarar gören ilişkisi bakımından “yabancı” bir unsur olduğunu söylemek yanlış olacaktır. -
Çalışmalarınızda başarı, ailenizle birlikte esenlik ve mutluluklar diler, tüm İslam aleminin mübarek Kurban Bayramı’nı kutlar, en içten saygılarımızı sunarız.