Bu konu benim alanım değil ama; kentlerde yaşamış, dünyanın birçok ülkesinin büyük, küçük şehirlerini görmüş biri olarak bazı tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Geçen hafta betonlaşma konusunda kentlerdeki sıkıntılara değinmiştim. Bu defa olayın sosyal ve kültürel yönüne dikkat çekmek istiyorum. 1940’ların sonuna doğru kente göçen köy kökenli bir aileydik. O tarihlerde Trabzon 40 bin nüfuslu bir şehirdi. Köyden kente göçler yeni yeni başlamaktaydı. Şehrin yerleşik bir kültürü vardı. O nedenle dikkatli bir yaşam tarzı sürdürerek kentleşmeye çalıştık.

Ellili yıllarda inşaatlar plansız, programsız, bir kısmı projesiz ve yasal izinleri olmaksızın yapılmaya başlandı. Bu olumsuz gelişme ilerleyen yıllarda artarak sürdü. Şehrin yüzyıllarla oluşan kültürü değişerek ne köylü ne kentli olmayan bir durum meydana geldi. Sonuç; mutsuz insanların yaşadığı 300.000’e aşkın bir nüfus var Trabzon’da.

Peki aynı dönemde dünyada neler olmuş? Benim gördüğüm şehirlerdeki gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Avrupa ülkelerinden başlayalım. Özellikle Kuzey Avrupa’da çok disiplinli bir gelişme var. 2. Dünya Savaşı’nda ciddi bir nüfus kaybı yaşayan bu ülkelerin nüfusu savaş sonrasında da önemli bir artış göstermedi. Bu nedenle yapı üretiminde artış sınırlı kaldı. Güney Avrupa’da ise, önceki dönemde yapılan uygunsuz yapılar yıkılıp yenilendi. Bu yapılanma sırasında kentler büyütülmemeye çalışıldı. Köyler; mevcut kültürleri, yapıları korunarak büyütüldü. Buralara ulaşmak özellikle raylı sistem öncelenerek kolaylaştırıldı. Almanya bu konuda ciddi bir örnektir.

İtalya’da, İspanya’da, Portekiz’de mahalleler yıkılarak kamuya ortak alanlar haline getirilip şehrin dışında yeni banliyöler oluşturuldu. Paris ve Lizbon buna güzel örnektir.

Mısır’da, özellikle Kahire’de buna hiç uyulmamış, hızlı nüfus artışıyla kent yaşanmaz hale gelmiştir. Ürdün’de özellikle başkent Amman’da, komşu Suriye ve Lübnan başta olmak üzere, büyük göçlerin oluşturduğu gecekondu bölgeleri meydana gelmiştir. Bunun her iki kentte yarattığı sonuç bir kargaşadır. Çok düşük eğitimli ve çok dar gelirli ile orta ve üst gelir grubunun bir arada yaşamasının yarattığı kaotik bir yerleşimdir.

Eski demir perde ülkeleri ve Çin’de, ‘90 sonrasında kısmi serbestlik fazla suistimal edilmemiş ve kontrollü bir kentleşme olmuştur.

Ülkemizde ise kentleşme herhangi bir kontrole tâbi olmadan sürmektedir. Örneğin İstanbul 16 milyonu aşkın nüfusu ile bir mega kenttir. Ama bir başka bakış açısıyla mega üstü bir köydür. En gelişmiş ilçelerinde bile gecekondular vardır ve hayatlarını sürdürmektedir. Kentsel dönüşüm kararı verilmiş bölgelerde işler yürümemekte, herkes sıkıntılarını seslendirmektedir. Bursa gibi yeşille birlikte anılan bir kentimizin yerleşim alanında mezarlıklardan başka yeşil kalmamış gibidir. Ankara ülkenin başkentidir ama Atatürk Orman Çiftliği dahil yapılaşmaya açılmakta, halkın nefes alacağı alanlar daraltılmaktadır. Tüm metropollerde tiyatroya, sinemaya, konserlere gitmek hem çok zaman almakta hem de çok pahalıya mâl olmaktadır.

Bütün olumsuzlukları ortadan kaldırmak, gelişmiş ülkelerdeki gibi mutlu kentler oluşturmak kolay mı? Bence çok zor. Çünkü her şey oy sayısını arttırmaya dayanıyor. Abartılı projelerle halka bir hayal dünyası gösteriliyor. Ancak tüm halkımız bu hayal oyunlarının farkına vardığında bu devran olumlu yönde değişmeye başlayabilir.

Bize kalmış umut etmek...