Zamanın hızlı aktığını, mesleklerin de tıpkı moda gibi dönem dönem geri döndüğünü fark ediyor musunuz? Genç girişimcilerin bize yaptığı başvurularda bu değişimi görebiliyorum. Uzun yıllar boyunca geri planda kalmış, “artık kimse yapmaz” dediğimiz işler bugün yeniden hayatımıza giriyor. Bir dönem sadece mahalle aralarında rastladığımız terziler, marangozlar, çömlekçiler ya da ayakkabı tamircileri artık genç girişimcilerin ilgisini çekiyor. Bu dönüşüm sadece nostaljiden ibaret değil; günümüz ekonomisinin, tüketici tercihinin ve markalaşma anlayışının da değiştiğini gösteriyor.

Hazır giyimin ve seri üretimin hâkim olduğu yıllarda terzilik adeta unutulmaya yüz tutmuştu. Oysa bugün, hızlı modanın tekdüzeliğinden sıkılan tüketiciler yeniden kişiye özel dikimi tercih ediyor. Bence bunun sebebi biraz da kumaş kalitesizliği. Bir elbiseyi tam üstünüze göre diktirmek, sadece özgün olmanızı değil, aynı zamanda kalıcılığı da beraberinde getiriyor. Terzilik, bu açıdan ikinci baharını yaşıyor. Benzer şekilde, marangozluk da endüstriyel mobilya karşısında yeniden değer kazanıyor. El yapımı bir masa ya da kişiye özel tasarlanmış bir dolap artık daha çok tercih edilir hale geliyor. Aslında dünyada tüketim alışkanlıkları değişmeye başladı. Özelikle benim de son yıllarda çok daha fazla dikkat ederek yaşadığım bir sistem, dönüştürme hayatımıza girmiş durumda. İnsanlar artık eskisi gibi hızla tüketip atmak yerine, sahip olduklarını dönüştürmeyi ve yeniden kullanmayı tercih ediyor. Etmeyenler için de tükenen kaynaklardan dolayı bunun yapılması gerektiğini düşünüyorum. Kıyafetlerde tamir, onarım ve kişiselleştirme, mobilyalarda ise yenileme ve geri dönüşüm önemli. Bu eğilim sadece ekonomik kaygılardan değil, aynı zamanda çevresel duyarlılıktan kaynaklanıyor ve bence artık zorunlu. Tüketim çılgınlığının yerini daha bilinçli, sürdürülebilir bir bakış açısı almalı. Bu da terzilikten marangozluğa kadar birçok geleneksel mesleğin yeniden değer kazanmasını sağlıyor.

Çömlekçilik ve seramik de dikkat çekici bir örnek. Anadolu’nun kadim mesleklerinden biri olan çömlekçilik, yıllar boyunca kırsalda dar bir çevreye hitap ederken bugün yeniden keşfedildi. Sosyal medya sayesinde gençlerin gözdesi haline gelen seramik atölyeleri hem hobi mekânı hem de küçük işletmelerin doğuş noktası oldu. İnsanlar kendi kupalarını yapmak için atölyelere gidiyor, hatta bu deneyimi bir yaşam tarzı olarak paylaşıyor. Burada marka olmanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Zanaatkârın el emeği, markalaşma ile birleştiğinde ekonomik bir değer yaratıyor. Pek çok bu tür sanat merkezleri, hem eğitim vererek, hem workshop yaparak hem de ürün satarak bu sektörleri tekrar güncel hale getirdi.

Dijitalleşme, hayatın her alanında etkili olsa da zanaatkârlık söz konusu olduğunda bambaşka bir tablo karşımıza çıkıyor. Evet, bu meslekler artık internet üzerinden tanıtılıyor, satışlar e-ticaret siteleriyle dünya pazarına açılıyor. Ancak özünde, bu işler makinelere devredilemeyecek ölçüde insana, emeğe ve ustalığa dayanıyor. Dijital platformlar yalnızca vitrin görevi görüyor; işin ruhu ise insan elinde. Bu da onları, birçok hizmet sektörüne göre daha dayanıklı ve kalıcı kılıyor. Çünkü bir el emeğinin değeri, hiçbir algoritma tarafından taklit edilemez.

Geleneksel mesleklerin yeniden yükselişe geçmesi çok değerli ama aynı zamanda korunması da gerekiyor. Örneğin bir çömlek ustasının ürünleri bugün sadece mahalle pazarında değil, internet üzerinden dünyanın her yerine ulaşabiliyor. Bu durumda markasını tescil ettirmemiş bir girişimci, yarın kendi adının veya tasarımının başkası tarafından kullanılmasına engel olamayabilir. Aynı şey özgün mobilya tasarlayan bir marangoz için de geçerli. Yılların emeğiyle oluşturulmuş tasarımlar, patent ya da tasarım tescili yapılmadığında kolayca kopyalanabiliyor. Kısacası, ikinci baharını yaşayan mesleklerin kalıcı olabilmesi için güçlü bir marka ve tescil bilinci şart. İyi haftalar.