“Çok özledim,” dedi ve eline aldı telefonunu, aradı. Çaldı ama açılmadı.

Israr edince, “Hayatım çaldırma çocuk müsait değildir, bizi sonra arar,” dedim.

Biraz buruldu.

Ana yüreği işte.

Yüreği köz gibi yandığında sesini duymak istiyor.

Adetimizdir, eğer ani aramışsak kimseyi görüntülü aramayız.

Siz de öyle yapıyorsunuzdur eminim. Beni dinledi, aramayı sonlandırdı.

Sessizlik oldu evde.

Gurbette hem de yurtdışında okuyan çocuk, bir de evin en küçüğüyse kalp daha farklı ritimde atıyor galiba.

İki dakika geçti geçmedi bu kez Tunamız aradı.

Ekranda metroya yetişmeye çalışan oğlumuzun görüntüsü vardı.

“Sonra ara yavrum, sonra” dedik.

“Tamam ama sizi çok özledim,” dedi.

“Biz de” dedik, kapattık.

Ölünceye kadar yazacağımdan korktuğum “Uzay Yolu” dizisi geldi yine aklıma.

Hâlâ inanamıyorum.

Bilim kurgu gerçek olamaz! Olur da bu kadar olamaz...

Kaptan Kirk uzay gemisi Atılgan ile avuç içi kadar bir ekrandan, görüntülü konuşuyordu.

Bu inanılmazdı, hâlâ da ina-nıl-maz..!

Biz, ta Londra’da yaşayan oğlumuzu aradık. Geç saydığımız iki dakika sonra canlı canlı görüştük yahu!

Siz de hep yapıyorsunuz değil mi?

Söylediğim size saçma geliyordur. Olsun, gelsin…

Ne çabuk unuttunuz mektup yazdığınız o günleri.

Nasılsın sorusunun cevabı on beş gün sonra gelirdi. O da gelirse…

Doksan sonrası doğanlar her şey olabilir diye düşünebilir.

Oysa 45 sonrası doğan ve hâlâ yaşayanlar için her şey olabilir, basittir.

Bizler için imkânsız diye bir şey yoktur.

Çünkü biz sihrin gerçek olduğunu görmüş kuşağız.

Işınlama olacak mı?

Hâlâ inanamıyorum.