İyilik yapmak ne güzeldir; insanlara faydalı olmak, hayatını kolaylaştırmak…

Peki bunun bir sınırı var mı? İnsan iyilik yapmakta bir yerde durmalı mı?

Galiba evet!

Rahmetlik annem ölmeden birkaç yıl önceki sohbetimizde, “Oğlum şu ömrümde hiç kimseye yaranamadım,” demişti. Kulaklarıma inanamamıştım.

“Bunu sen mi söylüyorsun anne? Her düğünün yemeğini yapan, badana yapana yetişen, hasta bakan, sayısız insanı misafir eden sen mi yaranamadın?” diye sormuştum hayretle. Derin bir iç çektikten sonra:

“Oğlum herkese yettim, koşuşturdum. O kadar alıştırmışım ki bir kere hayır desem kötü oldum. Benim yaptıklarım ne yazık ki görevim olmuş,” demişti.

Yıllar yılları kovalarken benim de yardım aldıklarım olmuştur. Ama asla karşılıksız değil!

Yaşım ilerleyip elim bollanınca, imkanlarım çoğalınca ben de insanlara el uzattım.

Bu ne büyük bir huzur verir insana. İnsanların zor gününde yardım etmek, kol kanat germek, yanında olmak ne büyük mutluluktur. Peki ya sonra?

Hayatı boyunca yanlış karar vermiş, yanlış eş seçmiş, bir işte dikiş tutturamamış bir yakınınıza ne kadar destek olabilirsiniz?

Sürekli raydan çıkan hayat trenini siz hangi güçle ve kaç kez rayına sokabilirsiniz?

Cevap verebilir miyim?

ASLA!

Sadece bunu yaptığınızı sanırsınız.

Her çabanın sonu koca bir hüsran ve büyük bir pişmanlıktır.

Oysa kendi haline bırakmak, insanların kötü tercihlerini yaşama özgürlüklerine de şans tanımak gerekiyormuş.

Maalesef öyle yapmak lazımmış. Ben çok geç anladım.

Kimse kimsenin kaderini bükemezmiş.

Ne acıdır ki bunu altmış yaşında 40 yıl çabaladıktan sonra öğrenmek de varmış.

Geriye baktığımda görüyorum ki yaşam kalitemden ne çok ödün vermişim.

Sonuçta sıfıra sıfır, elde var yine sıfır.

Kader bükücü olduğunu sanan biri vardı.

O da bugün öldü!

Allah gani gani rahmet eylesin. Nurlar içinde yatsın...