Gündemimizden uzun süre düşmeyecek bir konu DEPREM.

1999 depremini Gölcük’te yaşamış bir insan olarak ekranlarda gördüğümüz görüntülerle yüreğimiz dağlanırken, içinde yaşayanların hissettiği bambaşka bir psikoloji. Yaşamadan anlaşılması imkansız, orası bir savaş yeri, yangın yeri. Ekranlardan seyrederken hissettiğin şey vicdan azabı, uyuyamamak, yiyememek, yaptığın her şeyde hissettiğin suçluluk duygusu ve ne yarsım yapsan yetersiz kaldığını hissettiğin çaresizlik. İçerden depremi yaşamanın kurtulmanın verdiği his ise şükür. Ailenden kim kaldıysa hissettiğin şükür, bir çiçeğini kurtardıysan hissettiğin şükür, parandan bir 100 TL yanına alabildiyse hissettiğin şükür, evin yıkılmış ama araba anahtarını alıp çıkabildiysen hissettiğin şükür, bir çadır bulabildiysen, yiyecek bir şeyler bulabildiysen hissettiğin şükür.

Ekrandan bakanların hissettiği vicdan azabı ve rahatsızlığı orda yaşanlar farklı hissediyor belki de hissetmiyor. O yüzden enkazdan çıktıklarında kaybettikleri kişileri çok rahat dile getiriyorlar. Hep elde kalanlara şükür. 99’da çok şükür ben ailemde bir kayıp yaşamadım ama kaybeden pek çok insanın yanında olup bu tepkileri gördüm. Yine yeniliyor, içiliyor, yine o dolaplar kıyafetlerle doluyor. Neyse ki insan beyni unutmaya daha meyilli. Şu an ekran başında olanlar olarak sahip ol­duklarımızdan utanırken, utanmamamız gerektiğini düşünüyorum. Sağlıklı ve hayatları yolunda ki sahipler. Deprem bölgesinde olan­larında bir an önce her şeye sahip olmak, bir şeyler yemek, gezmek, görmek istedikleri psikolojiye dönmesini diliyorum. Yaşadığımız anın kıymetini bilmek ve mutlu olmak, mutlu kalabilmek en önemlisi. Yarın ne olacağımız belli değil.

Depremin 3. haftasına girdik. Hafta hafta toparlamalar, yerleşmeler, planlamalar ve eylem adımları başladı. Bir an önce olası depremlerle ilgili var olan binalarda tedbir alınmasına, yeni yapılacaklarla ilgili denetimlerin ağırlaştırılmasına, suçlu olan herkesin örnek olmak için cezalandırılmasına başlanması lazım. Bir an önce bir şeyler yapılmaya başlanmasına, insanlara umut verilmesine başlanması lazım. Depremi yaşayan yaşamayan, ekrandan gören, hatta kendini tüm görüntülere kapatan insanlar bile karamsarlığa kapılmış durumda, umuda ihtiyacı var. Birkaç aya ekrandan yaşayanlar normal hayatlarına dönecekler. Şimdi canını kurtardığına sevinen insanlar geçim, sağlık, güvenlik derdine düşecekler. Eş dost özlemi, eski mahalle özlemi ağır basacak. Şehirler kurulsa bile göçüp gidenlerin geri gelmesi yılları alıyor. Umut aşılayarak çalışmalara başlanması lazım, ‘sizin için şehrinizi hazırlıyoruz’ gibi cümleler kurulması lazım.

Aslında uzmanlığımla ilgili deprem ile ilgili patent başvuruları üzerine çalışmıştım biraz. Onunla ilgili yazı hazırlamayı planlamıştım ama malum kafalarımız hala çok iyi değil, yazı başka yere gidiyor. Belki genel olarak şunun bilgisini verebilirim. 99 Depremi öncesi Türkiye’den sadece 3 tane deprem ile ilgili patent başvurusu başvuru var. Şu an toplamda 489 adet başvuru gözüküyor. Son iki yıldır da gündemden dolayı sanırım sayılar artmış. Bu buluşların çoğu deprem olduğunda korunma yolları, akıllı yataklar gibi. Veya sonrasında konum bulma, uzaktan yardım sistemi, enkaz çıkarma çalışmaları, enkazda kişi bulma ile ilgili buluşlar. Bu buluşların kaçı hayata geçti bilemiyorum çok da geçmiş gözükmüyor. Depreme dayanıklı yapılarla ilgili buluşlar da var. Kurumun patent sayılarını arttırmakla ilgili hedefleri var, üniversite başvuru sayıları son yıllarda oldukça arttı. Direk depremle ilgili bir hedef ve çalışma alanı oluşturmalı diye düşünüyorum. Mühendislik fakültelerinden bununla ilgili devlet desteklerinin de verildiği projeler istemeli. Uygulanabilir olanlarla ilgili çalışmaları desteklemeli, kullanılmasını sağlamalı. Sadece verilecek bir karar pek çok hayatın kurtarılmasını sağlar. Ben kendi adıma hükümetten bunu bekliyorum. Bu acıların bir daha yaşanmamasını, yaraların bir an önce sarılmasını diliyorum.