Londra’da günlük programa başlamadan önce, kahvaltı sonrası kahve faslında iki oğlumla laflıyoruz.

Küçük oğlum mikrochiplerin daha ne kadar küçüleceğinden, kuantum bilgisayarından, bilginin işlenmesinden, yapay zekadan söz ediyor. Artık Londra’da yaşıyor. Zevkle dinliyorum. Ortanca oğlum oyun meraklısı. Ona ben bulaştırmıştım. Ama yeni oyunlara aklım yetecek gibi değil. Neredeyse birebir gerçek karakterlerle, sayısız olasılıklı bir sanal hayatın içinde olmak ne de büyük serüven.

Konuşurken uzun zamandır ilgimi çeken bir konuya parmak basıyorum.

“Farkında mısınız iki sözcüğü artık dilinize pelesenk etmişsiniz.”

Özellikle büyük oğlan çok şaşırıyor.

“‘Random’ diyorsunuz, ‘vibe’ diyorsunuz, sizin derdiniz ne, Türkçe’de sözcük mü kalmadı?” diye çıkışıyorum.

Küçük pek kullanmaz. Ortanca çok sivri bu konuda.

“Bu sözcüklerin, özellikle ‘vibe’ sözcüğünün Türkçe’de tam karşılığı yok!” deyince alıyorum sazı elime.

“Bu kişide Türk vibe’ı (vaybı) var ne demek? Türk havası var, Türk tipi var demek çok mu güç? Random yerine rastgele diyemiyor musunuz? Biraz kendinize gelin yahu!”

Çok kızdığımı görünce susuyorlar.

Sonra dünyada kaybolan dillerden bahsediyorum. “Bu kafayla bir gün bizim dilimiz de ortadan kalkar,” diyerek, en son kaybolan dillerden biri olan Ubıhça’dan örnek veriyorum.

Yazıma da not düşeyim:

Ubıhlar, Kuzey Kafkasya’nın batı ucunda yaşayan yerleşik bir halktı. 1860’ların ortalarında bölgede Çerkeslerle beraber Ruslar tarafından Osmanlı topraklarına sürgün edildiler.

Kuzeybatı Kafkas dillerinden biri olan Ubıhça’yı konuşan Ubıhların göçüyle birlikte Kafkasya’da bu dili konuşan kimse kalmadı.

Türkiye’de Sakarya’nın Sapanca yöresi ve Balıkesir’in Manyas ilçesi dahil birkaç bölgeye yerleşen Ubıhların bir bölümü de Çerkeslere karıştı. Türkiye’ye yerleşen birinci ve ikinci nesil Ubıhça’yı konuşuyordu, ancak yazılı olmayan dil zamanla unutuldu.

Mezar taşına “O Ubıhça’yı konuşan son kişiydi” yazılmasını vasiyet eder.

Ubıhça’yı konuşan son kişi Tevfik Esenç’di. Esenç, Fransız dilbilimci Georges Dumezil ile de birlikte çalıştı.

Esenç, dil dışında Ubıhların kültürü, mitolojisi ve gelenekleri hakkında da geniş bilgiye sahip son kişiydi.

Manyas’ın Hacıosman Mahallesi’nde doğup büyüyen Esenç’in ölümüyle, Ubıhça ölü dillerden biri haline geldi.

1992’de 88 yaşında hayatını kaybeden Esenç’in ölümünden sonra mezar taşına, “Bu Tevfik Esenç’in mezarıdır. O, Ubıhça’yı konuşan son kişiydi” yazılmasını vasiyet etti.

****

Sohbet sonrası ailece Hyde Park’a gittik. Bu park 142 hektarlık bir alanı kaplıyor. Tamamen doğal. Ortasındaki gölette bembeyaz kuğular, ağaçlarda insandan kaçmayan sincaplarla tam bir doğal yaşam alanı. Sincaplar insanın tepesine çıkıyorlar. İnsan onlar için tehlikeli bir canlı değil. Genlerine öyle sinmiş. Yani bizim sincapların tam tersi.

Londra’yı özellikle o gün (25 Aralık) turistler istila etmiş durumdaydı. Az sayıda açık mekan vardı ve onlar da hınca hınç doluydu. Bunlardan biri de bizim Nusret Et Lokantası, boş tek bir masa yoktu.

Altı günde dikkatimi çeken en önemli şey artık nakit paranın ortalıkta hiç görülmemesiydi. Bir tek kağıt para görmedim desem inanır mısınız. Birkaç bozuk parayı da Thames Nehri kıyısında gösteri yapan akrobatın önüne koyduğu şapkasında gördüm. İnsanlar tamamen parayı unutmuşlar. Ya kart ya da telefonlarıyla ödeme yapıyorlar. Marketlerde ödeme büyük oranda müşteri tarafından ödeme turnikelerinde yapılıyor. Kasiyeri gören yok. Sanıyorum ABD’de uygulamaya giren, kameralarla gözetlenen, hiç ödeme yapılmayan, alıp gittikten sonra hesabınıza işlenen ödeme sistemli marketler çok yaygınlaşacak.

Benim yaşımdaki dostlar beni çok iyi anlayacaklardır. Biz şimdi çocukluğumuzda izlediğimiz bilim kurgu filmlerinin içinde yaşıyoruz.

Bakalım daha neler göreceğiz?