Adalet Bakanlığı’nın 2020 yılı istatistik verilerine göre ülkemizde;

• Hukuk mahkemelerinde bir yılda açılan dava sayısı 3.630.666

• İdare mahkemelerindeki dava sayısı 534.710

• Savcılıklara yapılan başvuru sayısı 8.985.141

 Savcılıklarca açılan ceza davası sayısı 4.176.893

• İcra dosya sayısı 6.739.856

Evvelki yılardan devreden kapanmamış

toplam icra dosyası sayısı 30.384.443

İstatistikler https://adlisicil.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/1692021162011adalet_ist-2020.pdf web adresinde herkese açık. Dehşet tablo buradan diğer veriler ve detaylarıyla incelenebilir.

Buradan konuya giriyoruz. Bu ülkede ihtilaf yaşatmak çok kolay. Git gide de kolaylaştırmışız. Zira ihtilaf yaşatmanın bedeli “ağır değil”.

Evvela ceza hukuku alanında adi suçlara özgü olmak üzere suç işlemenin müeyyidesi - bedeli yok gibi. Eğer sosyal medyada toplum ayaklanmadıysa tutuklama tedbiri ancak çok-çok ağır suçlara özgülenmiş. Modern hukukun masumiyet karinesini de bir şekilde “Türkolaştırmış” durumdayız. Açılan ceza davaları on yıllara yürüyor, arada kısa aralıklarla gelen af-örtülü aflarla da artık pek çok kesim ceza müeyyidelerini ciddiye almadan suçla üretebiliyor.

İdare hukukuna göz attığınızda da benzer tablo var; idareler sorumluluk almama ya da kamu çıkarlarını vatandaş çıkarlarının üzerinde görme gibi temel nedenlerle katı bürokrasi ve prosedür hazretlerinin de etkisiyle rahatlıkla temel hakları çiğneyebiliyor, bu suretle de idare mahkemelerini Danıştay’ı tıkayan, yıllarca çözüm bekleyen ihtilaflar yığını dosyalar oluşuyor.

Hukuk mahkemeleriyse en içler acısı yanı. Hele icra takip sayısı.

80 küsur milyonluk nüfusumuza yukarıdaki tabloda yer alan yargı makamlarına yansımış neredeyse bir o kadar ihtilaf sayısı huzurlu bir ülke olmaktan çok uzak olduğumuzu net bir şekilde ortaya koyuyor.

Neler yapılabilir, sorusunun cevaplarını bu satırlardan çok kez aramaya çıktık. Devam edelim.

Pek çoğumuz merak eder. Aslında en büyük kanayan yaralarımızdan biridir.

Uyuşmazlık taraflarının, vatandaşların, icra müdürlüklerine, mahkemelere verdikleri söz, beyan dilekçelerinde doğru olmadığını bile bile yalan beyanda bulunmuş olmaları ayrı bir suç olarak düzenlenmiş midir? Zira kanunsuz suç olmaz diye bir ilke var.

Çok özel durumlar hariç (yalan tanıklık – yalan yemin gibi hafif (!) suçlar dışında).

Uyuşmazlığın taraflarının doğru olmayan bir beyanı icra müdürlüğüne mahkemelere sunmaları diye bir suç türü maalesef yok. HMK 29’uncu maddede düzenlenen dürüstlük kuralı hatırlatması sadece bir temenniden ibaret.

Böyle olunca da misalen ticari defterlerinde borç gözüken bir şirket, icra müdürlüğüne mahkemeye rahatlıkla “borcum yoktur” beyanı verip seneler sürecek bir davaya neden olabiliyor.

Pek çok modern hukuk sistemlerinde mahkemelere, yargı yerlerine gerçek olmadığı bile bile yalan beyanda bulunmak ağır müeyyidelere tabi. Hele mahkemeye yalan beyanla tanıklığı akıllarının ucundan bile geçiremiyorlar. Sonuçta da Savcılıklar, icra müdürlükleri, mahkemeler gereksiz veya kötü niyete hizmet eden milyonlarca dava başvurusu arasında boğulmuyor. <*b>

Umarız Adalet Bakanlığı da bu perspektif ve çerçevede araştırmalar içerisine girer. Neticede yargı organlarının çalışamaz, karar üretemez hale gelmiş olmaları toplumsal barış ve huzur, sükûnun gerekli ölçüde sağlanamaması demek.

Daha adil, barış ve huzur içinde bir yıl geçirme dileklerimle…