İstanbul ciddi bir su kıtlığıyla karşı karşıya, İSKİ ba­rajlardaki su seviyelerinin mevsim normallerinin çok altına inmesi nedeniyle, İstanbulluları su kullanımlarında sıkı tasarrufa çağırıyor. Damlatan muslukların tamir edil­mesini, vanaların kısılmasını, tuvalet rezervuarlarının daha küçük hacimlerle değiştirilmesini, banyo kullanım süreleri­nin azaltılmasını, duş sürecinde sabunlanırken duşun, el/yüz yıkarken musluğun kapatılmasını, çamaşır ve bula­şık makinelerinin tam doldurulmadan çalıştırılmamasını, tarımda damlama sulamasının kullanılmasını, kendilerinin de kağıt fatura kullanımını durduracaklarını, ödemelerin SMS veya e-posta ile ulaşmasını ‘’Dijital Fatura’’ ile sağlayacaklarını, tüm İstanbullulara duyurdu. Bu çağrıyı okurken, istenen bu düzenin büyük çoğunluğunun bizim günlük yaşamımızda yer alması gerekli olduğunu, düşündüm.

BUSKİ Genel Müdüründen aldığım bilgilere göre kentimizde su sıkıntısı yok, Nilüfer Barajındaki dolu­luk %90, Doğancı Ba­rajındaki doluluk %60, Nisan yağmurları kenti­mizi rahatlattı, ama kay­nakları güvende tutmak için BUSKİ derin kuyular­dan çektiği yeraltı su­yunu da sisteme pompalıyor.

Su denince, Bursa’nın bugün şebekeye bağla­narak yok olmuş olan, tarihi Pınarbaşı Su Sis­temini unutamam. Pınarbaşı suyu Osmanlı’nın ilk yıllarından itibaren Temenyeri yakınların­daki pınardan çıkar ve önce Hisar, Temenyeri daha sonra da Tahtakale mahallelerindeki evleri tek tek dolaşarak Ulu­cami’nin meşhur şadırvanına ulaşırdı. Bu suyun her dam­lasını binlerce kişinin, evden eve geçerken kullanması örnek bir tasarruf, kirletmeden kullanması da örnek bir medeniyet ölçütüydü. Benim çocukluğum Tahta­kale’de iki katlı ahşap bir evde geçti, evin avlusunda küçük bir şadırvan vardı, su bir savaktan akar, şadırvanın giderin­den de komşunun şadırvanına geçerdi. Sert su olduğu için içilmezdi, evlerde ayrıca Terkos suyu dediğimiz, Gök­dere’den gelen ve evlere şebekeden ulaşan, içme suyu vardı. Pınarbaşı suyu derine döşenmiş künk borularla ev­lere gelirdi, kışın ılık, havuzun üzerinden su buharı yükse­lirdi, yıkanmış kovalarla şadırvandan alınan ılık suyla hanımlar ev temizliği yaparlardı, yazın soğuk akardı, adeta evlerin buzdolabıydı. Karpuz, kavun ve meyveler önce yı­kanır, üzerleri temizlenir, havuza konur. Hatırlarım, yediği­miz karpuz sanki buzdolabından çıkmış gibi, olurdu. Dediğim gibi kimse suyu kirletmez ve son durağı olan Ulucami havuzu çeşmele­rinden insanlar temizliğin­den emin olarak, abdest alırlardı.

Dünyanın ve insanlı­ğın karşı karşıya olduğu doğa felaketi, iklim de­ğişikliği nedeniyle yer­küre üzerinde kullanımda olan doğa kaynakları kısıtlanmak­tadır, dünya nüfusunun artması ise, kaynakların kullanımı hızla büyütmekte­dir. Dünya üzerinde şu anda 8 milyar insan yaşamaktadır, bu rakam 2030’da 8,5milyar, 2050’de 9,7milyar, 2080’de de 10,4milyara ulaşacaktır.

Ulusların ve de insanlığın yerküre üzerindeki yaşamla­rını sürdürebilmeleri, yaşamlarının pınarı olan, bugün sahip oldukları tüm doğa kaynaklarını, tasarruflu kullan­malarına bağlıdır. Bu da toplumların, yediden yetmişe tüm fertlerinin, başta su olmak üzere, tüm doğa kay­naklarını kullanımlarında tasarruflu olmanın vazgeçil­mez gereğini ortaya koymaktadır.

Sizlerle çeşitli vesilelerle paylaştığım, iki yaşam modeli örneğini, tekrar sunacağım. Biri Japonya’da anaokulu ve ilkokullarda çocuklara diş fırçalama öğretilirken, çocuk musluğu açıp fırçasını ıslatıyor ve musluğu kapatıyor, di­şini fırçalıyor, bittiğinde musluğu açıp ağzını çalkalıyor. Bu yöntemle her diş fırçalamada 1litre su tasarrufu sağlanıyor.

İkincisi de, benim ABD’de bir seyahatimde, bir iş adamı­nın verdiği yemekte yaşadığım bir davranış şekliydi. Yemek menüsünde biftek vardı, büyük ve lezzetli bir bif­tek tabağımıza kondu, ben iştahla yedim, bitirdim, iş adamı yarısını bitirebildi, garsonu çağırdı, ‘’bunu doggy bag yap’’ dedi, yani köpeğine götürmek üzere paketlen­mesini, istedi. Ama bana döndü, ‘’ben bu nefis bifteği kö­peğime yedirir miyim, kendim yiyeceğim evde’’ dedi. Aslında ziyafet sofrasındaki herkesin tabağı boşalmıştı, çöpe atılacak yemek kalmamıştı.

Şimdi bu iki örneği günlük yaşamınıza yerleştirin, bıra­kın çocuğunuzu, siz sabahları yüzünüzü sabunlarken, dişlerinizi fırçalarken musluğu kapatıyor musunuz? Lokantaya yemeğe gittiğinizde, hele hele ziyafet sofrala­rında, tabağınıza yiyebileceğiniz kadar alıp, yemeğin ta­mamını bitiriyor musunuz? Masalarda yemek bittiğinde sofradaki yiyeceklerin neredeyse yarısının çöpe atıldığını, görüyor musunuz? Oysa yerküre üzerinde o yiyeceklere muhtaç milyonlarca insan var, bunu hep hatırlayalım…