Çok sevdiğim bir ağabeyim, altmış beş yaşından sonra elindeki birikmiş bütün parasını bir kurnaza kaptıran dünürü için şaşırdığımı görünce şöyle demişti:

“Ah canım kardeşim, tamahkârla üçkağıtçının yolu kesişir.”

En son bomba gibi patlayan futbolcuların dolandırılma olayı için de aynı sözü kullanabiliriz. Hiç kimse, “İnsan eliyle birine bu miktarda parayı teslim eder mi?” demesin. Çünkü hırs gözü kör eder. Tamahkârın, yüksek kârı gördüğünde aklı felç olur.

İnsan denilen canlı var olduğundan beri, eminim ki üçkağıtçılık hep olmuştur. İnsanı kandırmanın iki temel yöntemi vardır: Biri korkutmak, ikincisi ise yüksek gelir vaadi.

Konumuz şimdi “korkutma yöntemi” değil. Zaten ona hepimiz aşinayız. Hangimize savcılıktan arıyoruz diye telefon gelmedi ki?

Cumhuriyet tarihinin en ünlü dolandırıcısı Sülün Osman’dır. Onun da işi tamahkârladır.

Gelin onun icraatlarına şöyle bir bakalım:

Sülün Osman’ın en ilginç numaralarından bir tanesi saat ayarlama parası almasıdır. Anlatılana göre Sülün Osman, Dolmabahçe Saat Kulesi’nin önünde erketeye yatar ve avını beklermiş. Biri çıkıp da kuledeki saate göre kendi saatini ayarlayınca bizim Sülün hemen yanına yanaşıp saat ayarlama parası istermiş. Tabii bu işin kârlı olduğunu düşünenlere Dolmabahçe Saat Kulesi’ni satmayı ihmal etmezmiş.

Başka bir numarası ise Taksim Meydanı’na girip çıkanlardan ayak bastı parası almasıymış. Meydanın bir köşesinde erketeye yatan Sülün, numarayı yiyecek kadar saf birini gözüne kestirince hemen yanına gider ve meydanın kendisine ait olduğunu söyleyerek para istermiş. Yine bu işin karlı olduğunu düşünenlere aynı yöntemle Taksim Meydanı’nı da satmayı ihmal etmezmiş.

Örneklerin sonu gelmez. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirlerde aklınıza gelen ne kadar saat kulesi, meydan, köprü, tarihi bina varsa sat sat bitirememiş. Bir ara mesleğini geliştirmek istemiş olacak ki kendisini bir medyum olarak tanıtmış ve evde kalan kızlara koca bulduğunu söyleyerek epey insanı dolandırmış!

Peki, Sülün Nasıl Yakalandı?

Sülün Osman her zaman olduğu gibi Galata Köprüsü’nün oralarda erketeye yatmış, yeni avını gözlüyormuş. Tam köprüyü satacağı sırada duyarlı bir vatandaş çıkıp, “Yahu burası devletin malı, kimin malını kime satıyorsun?” dememiş tabii ki! O sırada bir polis olaya şahit olunca bizim Sülün’ü tutuklamış. Tutuklanıp mahkemeye çıkarılınca da suçları bir bir ortaya çıkmış.

Sülün Osman’ın savunması ise Sokrates'in savunmasından bile daha güçlü olmuştur:

“Kusura bakma Hâkim Bey. Memlekette Galata Köprüsü’nü satın alacak eşekler olduğu sürece, ben bu köprüyü satarım!”

Sülün’ün savunması her şeyi açıklıyor. Ancak bu durumda şu soruyu sorabiliriz:

1950-60 yılları arasında taşradan gelen saf biri gibi, Avrupa görmüş bir futbolcu benzer tuzağa nasıl düşüyor? Ya da bu iki olay benzer mi?

Bence benzemiyor, birebir aynı. Belki de futbolcuların durumu daha da vahim. En azından köprüyü almak isteyen adamcağızın önünde köprü gibi somut bir mal var.

Yahu bir insan nasıl olur da sayması bile zor olan parayı (hem de elden) bir insana teslim eder? Bu aynı zamanda bir bakıma bütün kaderini de bir faninin eline teslim etmek olmuyor mu? (Sormayın dedim ama ben bile dayanamayıp sordum.)

İş hayatına başladığım günden beri e-posta kutumuza özellikle Afrika ülkelerinden çok fazla benzer mesaj düşer.

Özetle şu yazar: Elimizde büyük miktarda bir para var. Bu parayı size yollayalım ve yarısı sizin olsun.

Tamahkâr oldun mu buna bir cevap yazarsın. Yazarsan bir sazan sarmalına düşmen an meselesidir. Bu mesajların kimi dolandırma amaçlı, kimi de gerçekten para aklama amaçlıdır.

Bugünlerde yine bir türlü gündemden düşmeyen güzellik salonları meselesi gibi.

Hayatın bana öğrettiği temel kural para kazanmak için çalışmak ve üretmek olduğu gerçeğidir. O para hem bereketli hem de çok tatlıdır. Ve bedava hiçbir şey yoktur. Bedava peynir kapanda olur.

Son söz de şu olsun:

“AZ TAMAH ÇOK ZARAR GETİRİR.”

Sevgi ile, emek ile üretip kazandığımız güzel günlerde görüşmek üzere sağlıcakla kalın değerli dostlar.

* Tamahkâr: Paraya ve mala aşırı ölçüde düşkün, açgözlülük eden, açgözlü (kimse).