Geçtiğimiz gün bir gazete haberi ilişti gözüme. Bursa’da bir baba, işyerinde meydana gelen kazada oğlunu kaybediyor. Oğlanın kazada kusuru sıfır. Baba, yetim kalan torun ve gelin ailecek dava açıyor işyeri sahibine. Maddi ve manevi tazminat davası. Dava sona eriyor. Yüce mahkeme beş yıl sonra tazminat kararı açıklıyor birkaç yüz bin liralık tazminat kazanıyor. Kazanıyor kazanmasına ama, aradan bunca yıl geçmiş, fabrika sahibi bu arada fabrikayı başkasına satmış ne mal ne de mülkü gözüküyor üstüne. Alacağı alamıyor sonuçta.

Acılı aile davayı açarken 400.000 istemiş, mahkeme de 200.000 vermiş, yani 200.000’lik kısmını kaybetmiş sayılıyor ve karşı taraf işverenin avukatına doğal olarak kanunlar gereği 20.000 lira avukatlık ücreti ödeyecekler. Alacaklı iken borçlu olmuşlar yüce adalet huzurunda! Avukatlık ücretleri kanun gereği mahsuplaşmaya girmeyen kalemlerden. Yani sizin alacağınız var karşı taraftan alamıyorsunuz, ama aynı kararda belirtilen karşı taraf avukatının ücretini ödemek zorundasınız.

Acılı baba da almış eline mahkeme kararını, adaletten umduğunu bulamayınca isyanını basın yoluyla dile getiriyor. Hem oğlunu kaybetmiş, hem mahkeme kapılarında BEŞ YIL SÜRÜNDÜRÜLDÜĞÜ davayı kazanmış, cebine bir kuruş girmemiş, bir de karşı taraf işyeri avukatına karşı sülalecek icrayla borçlu olmuşlar.

Hukuk noktasında belki şeklen hiçbir şey anormal olmasa da sonuç resim gerçekten anormal. Hiçbir vicdana da kurala da sığmaz, sığmamalı. İşyeri mali mesuliyet sigortası yaptırmak halen zorunlu değil. Zorunluluğa dair basit bir kural koysa yüce Ankara hazretleri, bu babanın acısı, buna benzer pek çok mağduriyetler doğmayacak.

Hem Devlet’i Alimiz ödenen primlerden vergi geliri elde edecek, hem fabrika işyeri sahibi primleri gider kaydederek maliyeti en aza indirecek, öte yanda büyük bir güvence altında olacak, bu tür kaza ve meslek hastalıkları sonrası en basitinden İFLAS ETMEYECEK! Hem de ortaya çıkan bu garip manzaralar tarih olacaktı. Bu acılı baba da mahkeme kararını ibraz edip sigorta şirketinden kolaylıkla alacağını tahsil edebilecekti. Öte tarafta, memleketimizde kaza-bela sonucu yaralanan, organını kaybeden, ya da hayatını yitirenlerin eşi çoluk çocuğu diğer sistemlerde rastlayamayacağınız büyük yükler altındadır. Hoş neredeyse her davanın tarafı problemli artık. (bazıları hariç!)

Dava süreci değil, resmen “deveye hendek atlatma süreci” yaşanır. Ömür tüketir.

SGK’dan maaş bağlanmasından tutun, ya da geçici iş gücü ödeneği ile ilgili idari prosedürlerden, ardından açılacak tazminat davasında kimin ne kadar kusuru varla ilgili bazen onlarca rapor alınmak zorunludur. Bu raporların gidiş geliş itirazları bazen onlarca yılı !! yanlış belirtmiyorum ÖMRÜ BİTİRİR. Bununla kalmaz, tanık beyanlarının toplanması, olaya ilişkin ceza dosyasının kesinleşmesi (Bahsi geçen ceza davalarının kesinleşmesi ilave 5-8 yılı alabiliyor), ardından tazminat hesaplaması, karar, istinaf süreci (3 yıl), temyiz süresi (4 yıl) derken, 10 yaşında adına dava açılan yetim çocuğun davasının nihayete ermesi yani HAKKIN ELDE EDİLMESİ bir ilave 20 YILI BULABİLİYOR.

Abartmıyorum, bilgi sahibi olduğum 12 yılını devirmiş ama Yargıtay’a daha gitmemiş dava dosyaları halen görülmeye devam ediyor ve bu duruma artık herkes alışkın.

Sözün özü, “geciken adalet, adalet değildir” diyor Ankara konferans ve beyanatlarda! Dillerinde pelesenk. Sanırsınız ki deva bulacaklar. Bir de dava dosyala belgelerinde yer alan şu komedi hedef süreler yok mu? “İş bu davada hedef 120 günde karar kılmaktır.” Yazar ya hepsi bir dilekten ibarettir, yazan bile inanmaz.

Ama gelin görün ki işimiz gücümüz basit politik, top çevirme, Adli alanda dişe dokunacak işe yarayacak hiçbir etkin hamle yapılmadığı gibi, mahkemeleri, Hakimleri, istinafı, Yargıtay’ ı ile herkesin şikayetçi olduğu tamamen YORGUN VE BİTİK BİR SİSTEM’ den bahsediyoruz. Bıkmadan usanmadan dile getireceğiz elbette. Bir memlekette bundan daha ciddi ne olabilir, ne yazılabilir? Nasıl ifade edilebilir ki? Sanırım adaletin içinde bulunduğu bu acı durum Ankara’yı rahatsız etmiyor ki ciddi bir yaklaşım bekleye bekleye bizlerin de bağımsız, tarafsız, özellikle de “etkin”, bir adalet bekleyen umudumuz gün be gün tükeniyor.

Hele savcılıklara işiniz düşmesin. Bu günlerde sakın mağdur tarafta olmayın, dolandırılınca, hırsız malınızı çalınca, ya da tehdit edilince, dövülünce veya benzerleri! Öyle karşı tarafın kısa zamanda cezalandırılacağını ne olur UMMAYIN. (Örneğin 25 kez suç işlemiş adam, polis yakalıyor 26’ncısında, madde bağımlı saldırgan ertesi gün yine serbest.) Maazallah başınıza gelince göreceksiniz ki ceza Adalet sistemi de aynı hantallıkta koca bir hayal kırıklığı! incinebilirsiniz, vergi ödüyorum Devlet şunu bunu yapsın sahip çıksın diye bağrınabilirsiniz, ama bilin ki kimsenin o kadar da umurunda değil. Kapılar kapalı. Örneklerinden görüyoruz ki sadece sosyal medyayı ayağa kaldırabilirseniz umursanıyor başınıza gelenler, belki.

Özel Hukuk tarafında, idare hukuku tarafında ya da ceza hukuku; her yanı dökülen bu çökmüş bitik sistemin sorumlusu kim? Elbette ki elinde güç ve irade olan Ankara! Ama Ankara baştan aşağı genel müdürlükler, koca koca binalar, bütçeyi lüks arabalara, törenlere, içerikten öte anlamsız yapılara para harcamak, vaktini ziyan etmekle meşgul. Kim bu Ankara? Anlayan anladı. Meclisinden tutun da tüm karar ve yönetim mekanizmaları. Ne zamandır bu böyle? Çokça zamandır derdimiz basit siyaset o parti şu görüş değil, derdimiz bu işte çuvalladığımızın resmiyle ilgili. Peki bu babanın ya da adaletten, geciken, sarkan, yanılan, verdiği kararları defalarca bozup bozup oyuncağa çevirten bu sistemsiz Adaletten artık bunama noktasına gelmiş bu milleti kim dinleyecek?

Dinleyecek olanlar dinlemeli. Bizden yazması.

Saygılarımla.