1980’lerin sonlarında bir mikrobiyoloji uzmanı çamura cıva katıp, toksik ortamın mikroorganizmalara etkisini araştırırken çevresel DNA ( eDNA ) anlayışını ortaya koymuş. Süreçte çamurda beklendiğinden çok farklı mikroorganizmaların bulunmasının nedenine cevap aramış.
Çalışmalar kapsamında bir kuşun yediği bir canlıyı farklı bir noktada dışkılaması sonucu hiç beklenmeyecek bir ortamda DNA kalıntılarına ulaşılması bilimsel olarak kanıtlanmış. Geçen sürede birçok bilim insanı eDNA’ yı kullanarak gezegenimizdeki yaşamsal döngüyü ortaya koymak için çalışmaktadır. Sadece toprak ve sudaki döngüde değil, havadaki DNA kalıntıları dahi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Aynı kaynaktan alınan suyu iki farklı alanda bardaklarda bekletildiğinde içerisinde farklı bir DNA yapısı oluştuğu kanıtlanmış durumda.
eDNA tekniğiyle yaşadığımız dünya çok farklı bir şekilde tanımlanmaktadır. Bu şekilde çevre kalitesi, kirliliği ve standartları yeniden ifade edilmektedir.
Diğer taraftan geçtiğimiz günlerde ülkemizde bir maden kazası meydana gelmiştir. Bu üzücü olayda dokuz vatandaşımızın hayatını kaybettiği bilinmektedir. Kayıp insanlarımızın sırıklarla arandığı görüntüler basına yansımıştır. Baktığımız her noktanın DNA boyutunda değerlendirildiği bir dönemde yaşarken, insanların sırıklarla aranması anlatılamaz bir tablodur.
Madencilik faaliyetlerinin özellikle altın madenciliğinin masaya yatırılmasına ihtiyaç olduğu görülmektedir. Toplumsal kazanç, maliyetler ortaya onarak tam olarak halkın katılımının ortaya konmasının sağlanması gerekir.
Türkiye’de her sektörde katma değerli faaliyetlerin tespit edilerek ona göre bir teşvik-planlama alanları kararlaştırılmalıdır.
Türkiye zamanını, kaynaklarını boşa harcayacak durumda değildir. Batı dünyamızı DNA boyutunda incelerken, aklımızı kullanarak yeni ufuklara yol almalıyız.