Profesör Bülent Arı, Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı iken, aynen şöyle demişti: “Ben her zaman okumamış, hatta ilkokul bile okumamış cahil halkın ferasetine güveniyorum. Ülkeyi ayakta tutacak olanlar onlardır.”

Böyle düşünen profesörlerimizin yetiştirdiği genç nesil, yarının öğretmenleri, mühendisleri olacak. Ve uzaya gidecekler inşallah.

Profesör ise, kendisi de okumuş kesimden olan Bülent Arı bu cümleleri kurduktan bir süre sonra, YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) denetleme kurulu üyeliğine atandı. Yani taltif edildi, iltifat gördü. Bu nedenle tek üniversite yerine, tüm üniversitelere hâkim bir makama getirildi. Demek başarılı görülmüş, alkışlanmıştı. Bu ve benzeri çabalar sayesinde, Türkiye’nin eğitim düzeyi, dünya sıralamasında sürekli olarak düşmeye devam ediyor. Bakalım Millî Eğitim Bakanlığının STK’lar ve Diyanet’le yaptığı çalışmalar süreci nasıl etkileyecek.

Her ne kadar sevilmese ve istenmese de kaçınılmaz bilimsel gerçekler de var. Örneğin ekonomi pozitif bir bilim dalı ve gerekleri yerine getirilirse başarı şansı yüksek. Tersi durumda ne olacağı sorusunun cevabını yaşayarak öğrendik. Günün Türkiye’sinde, Enflasyon yüzde 67,07’seviyesinde, faizler yüzde 50’lerde, dolar 33 liralara yaklaştı. Rakamlara bakarak başarılı bir ekonomi yönetimi olduğu söylemek gerçeklerin inkârı manasına gelecektir. Hataların duyulması, bilinmesi istenmese de yaşanması engellenemiyor. Cahil kesimin dahi “ne oluyor” diyeceği bir nokta var. Ruslar Berlin’e girinceye kadar savaşı kazandıklarını zanneden Almanlar gibi. Yerel seçimlere bu ortamda girdik.

Kim kazanırsa kazansın, kısa sürede problemlerin biteceğini kimse beklemiyor. Ancak bir parça ekonomiyi takip eden, kafa yoranlar arasında, şu anki yöntemlerle enflasyonun düşeceğine ya da Türk lirasının güçleneceğine inanan kaç kişi kaldı diye sorsam dürüst cevap ne olurdu. Peki sürekli cari açık rekor tazelerken, borçların azalacağına, kolayca faizi yüksek olmayan taze para bulunabileceğine inanan var mı? Hele ki uluslararası yatırımcı, taze para için şart olan hukuk ve adaletin peşinde iken. Türkiye’de adaletin en üst kurumu Anayasa Mahkemesi’nde karar merci 13 üyenin 7’si hukukçu değilse, atanan yeni Anayasa Mahkemesi başkanının uzmanlık dalı tapu kadastro ise, siyasetin gölgesi hukukun üzerinde iken, adalete inanç olur mu? Göstergelere bakıp da enerji fiyatlarının, faiz ve enflasyonun daha da artacağını, bütçe ve cari açığın rekorlar kıracağını düşünenler, liranın değerinin daha da düşeceğine inananlar haksız mıdır? Keşke yanılalım, inşallah tersi olsun.

Son yıllarda sıkça ifade ettiğimiz bir gerçek var. Güven ortamı olmadan, ekonomide grafiğin pozitife dönmesi mümkün değil. Bu ortamda güven ortamından bahis olur mu diye sorarsanız, cevap yalancı çobanın hikayesi. Birkaç kez sürüye kurt girdi diye köylüyü kandırıp koşturan, gerçekten kurt girince yine yalandır diye kimsenin gelmediği ve tüm sürünün telef olduğu hikâye. Mesela müjdeler açıklanıp “Petrol üretimi şu kadar bin varil oldu, hedef şu kadar bin varil” gibi açıklamalardan hemen sonra benzine, motorine zam yapılırsa, “Öyle yüksek kaliteli petrol ki, kuyudan al traktöre koy” denirse, köylü bunlara inanır mı sanılıyor. Acaba siyasiler farklı bir Türkiye’de mi yaşıyorlar. Ya da “Devletin cebinden bir kuruş çıkmayacak” denilerek maliyetin kat kat misli rakamlarla yapılan ihalelere inanılsın, kurcalanmasın mı isteniyor. Şu cahilin feraseti denilen mesele bu mu?