Eski sosyalist rejimlerde, bireyin bütün yaşamsal ihtiyaçları devlet tarafından karşılanırdı. Beslenme, barınma, enerji gibi temel konularda bireylerin her çözümü devlet sistemi içinde düşünülmüştü. Buna karşılık belirlenmiş işlerde çalışır, devletin ücretsiz sağladığı imkanların bedelini öderlerdi. Aldıkları cüzi maaşlar ile de diğer harcamalarını yaparlardı.

Günümüzde bu rejimin en büyük örneği Çin Halk Cumhuriyeti. Orada da tabuların çoğu yıkılmış durumda ve dünya ile entegrasyonları giderek artıyor. Yine de görüntüde milli gelir paylaşımı halk tercihli yapılıyor. Kalan en radikal örnek olarak Küba’dan söz etmek mümkün. Orada dahi dolar ya da avro ile alışveriş yapılan mağazalar mevcut. Bunun yanında sağlık dahil pek çok temel ihtiyaç ücretsiz olsa da halk çok fakir.

Serbest ekonominin hâkim olduğu, demokratik rejimlerde devlet anlayışı, halkın serbest girişimlerinin önünü açmak, teşvik etmek, kalkınma planlarını yapmak, yönlendirici olmak ama denetlemek, ülkenin ve vatandaşın güvenliğini ve asayişi temin etmek, ulaşımı ve gerekli alt yapıyı sağlamak, enerji, ağır metal, tele komünikasyon ve benzeri stratejik konularda belirleyici olmaktır. Ama özel sektörün etkin olabildiği konularda devletin gücü kullanılarak yatırımcı ve müteşebbis ile haksız rekabete kalkışılmaz.

Aykırılığa örnek bizdeki TOKİ. Demokratik ülkelerde devlet karayolunu, demir yolunu, enerji santralını, tünelini, viyadüğünü, barajını nasıl yapıyorsa, konutunu da öyle yapar. Yani konut lazımsa ihaleye çıkar ve kazanan müteahhidine yaptırır. Ancak dürüst denetçilerin, kontrollerin denetiminde. Birkaç misli fiyatla, ya da birtakım garantiler falan vererek değil. Olması gerektiği gibi. Toplu Konut İdaresi bana eski sosyalist rejimleri hatırlatıyor. Devlet kendi müteşebbisi, yatırımcısı ile rekabet etmemeli, haksız rekabet yaratmamalı, tersine nerede varsa haksız rekabetle millet adına mücadele etmelidir. Bugün açıkça söylenmelidir ki devlet, TOKİ’nin kullandığı özel hakları müteahhit firmalara kullandırsa, vatandaşa sattığı TOKİ konutunu, aynı fiyatla çok daha kaliteli hatta daha ucuz verebilir. Kaldı ki TOKİ de işi müteahhitlere yaptırıyor ve devlet konut ticareti yapıyor. Şimdi belediyeler de başladı. Belediyelere bırakılan hazine arazilerine konut yaptırıp satıyorlar. Fuarlara girip pazarlama yapanlar dahi var.

Konunun pek çok ayağı var. Biz henüz müteahhidi tanımlayabilmiş değiliz. Yıllardır söylenmesine rağmen, İnsan hayatını ilgilendiren bu konuda kuralları belirlemek, önüne gelenin müteahhit olmasına izin vermemek, mühendislerin ağırlığını hissettirmek, sorumlulukları belirlemek gibi öncelikli başlıklar dahi hala açıkta duruyor. Müteahhitlik konusunda son yapılan düzenleme kesinlikle yeterli değil.

Neticede her ekonomik krizde, ekonominin lokomotifi denilen yapı sektörü can çekişiyor. Bugün olduğu gibi. Başta ekonomide yapılan hatalar olmak üzere, tüm hatalar silsilesinin ürünü sektörün geldiği nokta budur. Bursa’nın biraz daha düzenli mahallelerinde arsa fiyatlarının geldiği barem 20 bin TL/m2 civarındadır. İnşaat malzemelerinin altınla yarışan fiyatları ile kaliteli bir konutun m2 maliyeti de ortalama 20 bin TL civarında rakamlara yükselmiştir. Bu durumda orta halli imkanlara sahip bir ailenin oturabileceği 100 m2. Bir dairenin maliyeti 4 milyona çıkmıştır. Paranın minimum maliyeti yüzde 40 olmuş ve artarken yüzde 15-20’de bir yatırım payı ekleseniz rakam 6 milyonu geçer. Hangi orta halli ailenin bu bedeli ödeyecek gücü kaldı. Kredi mevhumu da yok edildiğinden, insanlar çürük binalarında ölümü bekliyor. Kendilerinden vazgeçmiş olsalar da sağlam bir konutu çocukları için arzu ediyorlar ancak şartlar izin vermiyor. Çünkü sistemsizlik, plansızlık, liyakatsizlik her tarafı örümcek ağı gibi sarmış durumda.

Konut sektörünün baştan aşağı yeniden bir sistem belirlemesine şiddetle ihtiyaç duyduğu çok açık ortada. En azından bu sektör sayesinde milyonlarca büyük kısmı vasıfsız insanın evine ekmek götürebildiğini de unutmayalım. Bugün çoğu işsiz. Sektörün ihtiyaç duyduğu nitelikli insan sayısı giderek düşüyor. Boşluk da gayri resmi çalışan yabancılarla dolduruluyor. Bu mesele de bir başka tehlikeli yara. Bunların hiçbiri ülkemize ve sektöre yarar üretmiyor. Pek çok sektör ve konu gibi ne yazık ki yapı sektöründe problemler giderek yoğunlaşıyor ve bütün bunları çözecek olanlar farklı bir boyutta. Sorunlar öteleniyor da nereye kadar?