Türkiye ekonomisi, yabancı sermayeye bağımlı, kredi bazlı tüketim ekonomisine dönmüş durumda. Bu cendereden çıkmak için yapılması gerekenlerde belli. Ne var ki uzun vadeli ve hükümette bu yönde bir kararlılık olduğunu söylemek zor.

Ekonomi geçen hafta yeni MB başkanının açıklayacağı faiz oranına kilitlenmiş idi. Ciddi bir faiz politikası değişikliği yapılması yanında, açıklanacak oranında önemi vardı. Önceki dönemde gelişmiş dünya ülkeleri ekonomilerini ve paralarının değerini korumak amaçlı faiz artışlarına giderken, Türkiye’de, “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” kuramı ile inatla ve ardı ardına faiz düşürülmüştü. Hiçbir ekonomi literatüründe olmayan bu uygulama neticesinde, bir taraftan Türk lirasının süratle değersizleşmesi gözlemlenirken diğer taraftan enflasyon süratle arttı ve özellikle gıdada fiyat artışları durmuyor.

Dış ticaret açığı ve bütçe açıklarının sonuçta da cari açığın rekor üzerine rekor kırması ile tarihi değerler kaydeden uluslararası güven endeksi rakamları, Türkiye’nin dolar bazında çok yüksek borçlanma faizi rakamlarına muhatap olmasına arkasından borçlanmak için adres bulamamasına, ülkeye yatırımcı gelmemesine ve taze para bulunamaması noktasına kadar varmıştı. Üstelik bu arada Türkiye, 10 ilinde büyük can kaybı ve yıkımlara neden olan bir deprem felaketi ile sarsılmıştı. İşte seçimlerden hemen sonra kurulan hükümetle getirilen yeni ekonomi yönetimine bu nedenle sözler verilerek, bir yetki kullanma serbestisi tanındığı anlaşılıyor. Onların da ilk yaptığı uygulama “Nas ekonomisinden” vazgeçileceği, politika faizinin rekor düzeyde arttırılacağı mesajı idi. Ayrıca bir acı reçete uygulaması ile kamu harcamalarında israfın önlenmesine gidileceği beklentisi yaratılmıştı. Derken asgari ücrete yüzde 34 civarında bir zam geldi. Ekonomideki refahın arandığı tek uygulama yine zam olmuştu. Arkasından da motorin ve benzin zamları. Köklü tedbirler yoksa, bu asgari ücretin 3 ya da 4 ay sonra açlık sınırının altına düşme ihtimali çok yüksek. Bu arada yeni 500, 1000 ve 2000 TL kâğıt para resimleri boy göstermeye başladı.

Ve ilk beklenen oldu. MB başkanı çıkıp, yüzde 8,5 olan politika faizinin yüzde 15’e yükseltildiğini açıkladı. Döviz süspansiyonu ise serbest bırakıldı. O gün dolar 1 TL değer kazandı ve 3 günde 25 TL’yi geçti. Hayret. Başka ülkelerde 0,25 baz puan falan arttırılan politika faizleri Türkiye’de 6,5 baz puan arttırılmış ama yetmemişti. Hesap yine tutmamıştı. MB Başkanı, “Kademeli artışı benimsedik” dedi. Anlaşılan bizdeki kademeler indiği gibi agresif ve üçer, beşer olacaktı. İki sene önce birkaç puan kademeli artışla pek çok problemi çözebilecek iken bugün yaşananlar umutları kıracak kadar vahim. Çünkü önümüzde bir önemli koltuk kavgası daha var. Hani “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” denilen türden seçim. Hem, “Çatlasanız da patlasanız da yapacağım” denen ve Arap ülkelerinde pazarlanmış bir kanal projesi var ortada. İstanbul Boğazı varken, yapım amacı anlaşılamamış yeni bir borç kaynağı.

Bu arada geçen pazar günü pazara çıktım. Kavunun kilosuna 25, kiraza 35, şeftaliye 30, limona 10, taze fasulyeye 40, domatese 20 lira istendiğini bizzat gördüm. Yani piyasalarda görünen bir yumuşamadan söz etmek de mümkün değil. Ekonomistlerden “faiz beklentiden az arttı, faiz artışı enflasyonun çok altında kaldı, çok baskı altında kalan dövize faiz artışı yetmedi, ihracatçı düşünüldü, yabancı yüksek dolardan ülkeye girebilsin diye” şeklinde yorumlar var. Ülkenin ekonomisi teslim edilen insanlar, uluslararası finans kurumlarının düşüncelerine değer vermek zorunda değiller elbette. Gelir gelmez de problemi çözmüşler belli. Faiz açıklanana kadar, sanki piyasa yüzde 20’yi satın almış gibiydi. Genel beklenti buydu. Şimdi ise dolar artacak beklentisi hâkim. Ve yatırımcı yine beklemede. Piyasada arzu edilen canlanma sonbahara.

Ekonomi, dengelerin çok iyi gözetilmesi gereken önemli bir bilim dalı. Her ben inşaatçıyım diyenin foyası nasıl depremde çıkıyorsa, her ekonomistim diyeninde ne olduğu krizlerde belli oluyor. Umarım bu işin ciddi bir bilim olduğu ve uzmanları dışında kurcalanmaması gerektiği anlaşılmıştır. Sayın Şimşek ve ekibinin kamuoyuna bir açıklama borcu var. Eğer yaraları sarmak istiyorlarsa, sorulara yanıt vermemekle olmaz. Güven ortamı yaratmak zorundalar. Bu nedenle piyasalar neden 15 ve sonrası ne olacak açıklamalarına muhtaç.