6Şubat 2023, Orta ve Güneydoğu Anadolu illeri­mizde yaşanan ve hepimizi kedere boğan depremin felaketinin acıları henüz çok taze. Yitirdiğimiz canları­mıza rahmet, yaralılarımıza şifa, yakınlarını yitirenlere, canıyla boğuşan kardeşlerimize, işini gücünü kaybe­den, yaşamsal endişe içinde bulunan tüm yurttaşları­mıza dayanma gücü diliyoruz.

Pek çok yorum yapılıyor. Yer bilimciler başta olmak üzere. Bu tür felaketlerle, doğal afetlerle insanlık olarak, bi­reysel olarak, kurumsal olarak nasıl başa çıkabiliriz? Öncesi ve sonrası için başta can kayıpları olmak üzere nasıl daha iyi manzaralar yaratılabilir? Temel soru bu. TV’lerde sosyal mecrada hemen her kesimin bilinenleri görüşlerini, dü­şüncelerini, önerilerini sıralıyor ardı ardına.

Ortada bir gerçek var yüzleşmemiz gereken. Tedbir ve planlama anlamında öncesinde gerekenleri yap-ma-dık! Çuvaldızı batı­ralım şimdi kendimize. Ne devlet ne kurum­lar ne de tüm bu yapıların hücreleri olarak biz vatan­daşlar olarak; kabul etmeliyiz ki sorumsuzluk­lar ruhumuza iş­lenmiş ve çekilen acılarda hepimi­zin payı var. Yüzde birle dok­san dokuz ara­sında.

Sadece hukuk devleti denen ya­pıya saygı duyma­nın, hukuk devleti inşa et­menin birkaç unsur ve mucizesine, sonucuna işaret edeceğim.

Hukuk devleti çerçevesinde, yani vatandaşımız, dev­let kurumlarımız, belediyeler başta yerel idarelerimiz hukuk düzenine, kurallar bütününe saygılı “kural çiğ­nemeyi aklına dahi getiremeyen” bir “anlayışı inşa etti­ğimizde” bugün yaşadığımız acıların %90’ını bertaraf etmiş olabiliyoruz.

Sadece “hukuku” baş tacı ederek canlarımızı bu sayılarda bu çapta yitirmemiş, üçüncü dünya görüntüleri vermemiş olacaktık, başka nasıl anlatılabilir? Göz yumulan kaçak yapılar, haksız uygulamalar, kayırmacılık, imar affı saf­sataları, yapı denetimlerindeki usulsüzlükler ve yol­suzluklar, hepsini geçiyoruz ki öz manasında hesap verebilirliğin yerleşik olduğu bir hukuk devleti çatısı altında bu açgözlü politika ve uygulamalar elbette ki barınamaz.

Salt (adı mecburi olan) DASK konusunda hukuk an­lamında eksiksiz olmak bile bakınız bize neler kazan­dıracaktı, neler kaybettirdi? 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu Madde 10’a göre “Kat Mülkiyeti Kanunu kapsa­mındaki bağımsız bölümler, tapuya kayıtlı ve özel mülki­yete tâbi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar, bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler ile doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya sağla­nan kredi ile yapılan meskenler zorunlu deprem sigorta­sına tâbidir.”

Bugün; sadece bu kanunun 10 ve 11 ile devam eden ( toplam 18 madde) emirlerine, düzenlemelerine gerek ida­reler gerek vatandaş tarafından saygı gösterilmiş/ kurala riayet edilmiş olsaydı, ilaveten enflasyonla eriyen teminat­lar 150 binlerde değil de yetkililerince daha gerçekçi bi­çimde 500 bin-bir milyon TL’lerde belirlenmiş olsaydı, yüz bin (ler) sayısı ile ifade edilen yıkık veya yıkılma durumun­daki bina sahibi, yıkından doğan tüm maddi zararlarını devlet bütçesine en ufak bir yük olunmaksızın ve sıcağı sı­cağına derhal sigorta şirketlerinden alabilecekti.

Yine Kat Mülkiyeti Kanunu 35. maddeye göre site yöneticilerinin ortak alanları sigorta ettirme yükümlü­lüğü var. Yanı sıra bir site malikleri tek tek değil site olarak dairelerini sigorta ettirdiklerinde %20 DASK prim indirimi avantajına sahip ki bu da kulağımıza küpe olsun. Yine keşkelerdeyiz. Keşke sadece DASK’ın yaygınlığını türlü politikalarla sağlayabilsek/sağlaya­bilseydik.

Sigorta şirketleri bu tür poliçeleri, riskleri reasürans kuru­muyla uluslararası büyük sigorta ve mali yapılara sattığı için onlar için de büyük riskler söz konusu değildi.

Bahsettiğimiz takribi yüz bin (ler) sayıdaki kat mülkiyetli vasıfta (daire -işyeri) yeniden yapım maliyetleri her birimi bir milyonla çarptığınızda ortaya minimum 100 milyar TL gibi bir yeniden yapım maliyet rakamları çıkıyor. Yetkili veya bilgili ağızlardan ifade edilen “minimum” ve ön tahmin maddi zararlar bunlar. Ve en yetkili ağızlar da bu zararların KAMU bütçesinden karşılanacağını belir­tiyor. Ve bu maddi zararlara ilave bir o kadar da can, işgücü, yol, altyapı ve sair unsurlar var ki daha derine girmeyelim.

Kamu bütçesi demek, bilanço kâğıdın sağ yanında kısaca memurun işçinin üretenin ödediği vergiler demek. Vergilerin artması demek fakirleşmek demek vergi yerine para basmak demek de enflasyon yani yine fakirleşmek demek. Değinilebilecek çok dahası var.

Ama gün bugün değil.

Yarın ya da yarından daha yakını, tüm alanlarda ama en başta doğal afetler alanında sahada mücadelenin yanında, hukuk tanımazlıkla, kural tanımazlıkla müca­dele olmalıdır.

Tekrar yitirdiğimiz canlara rahmet, yaralılara tekrar şifa, insanımıza sabır ve güzel günler görme dileklerimle.