Sosyal Güvenlik Kurumuyla (Kısaca “Kurum/SGK”) sözleşmeli; vakıf üniversitesi ile özel sağlık kurum ve kuruluşlarınca; Kurumca belirlenen oranı geçmemek üzere kişilerden ilave ücret alınabilir (SGK Sağlık Uygulama Tebliği /Kısaca “SUT”).


SUT m.1.9.1 (5) bendi hükmüne göre; “Sağlık hizmeti sunucusu, sunduğu sağlık hizmetleri öncesinde, alacağı ilave ücrete ilişkin olarak hasta veya hasta yakınının yazılı onayını alır. Bu yazılı onay alınmadan, işlemler sonrasında herhangi bir gerekçe ileri sürerek ilave ücret talebinde bulunamaz.”
Ancak, Kurum ile sözleşmeli kuruluşlarca; ilave ücret alınamayacak kişiler ve sağlık hizmetleri bulunmaktadır (SUT m.1.9/2 – 3).
Uygulamada, sözleşmeli kuruluşlarca sunulan;  ilave ücret alınamayacak kişiler ve sağlık hizmetleri öncesinde, hasta veya hasta yakınının yazılı onayını almak suretiyle, ilave ücret aldıkları gözlenmektedir. Bunun sonucunda, sağlık hizmeti alan anılan kişiler tarafından hizmet sunucusu sözleşmeli kuruluşlara karşı, ödenen ilave ücretlerin tahsili için davalar açılmaktadır.


Söz konusu dava; sağlık hizmeti ücret farkının mevzuat hükümlerine aykırı şekilde fazla ya da alınmaması gerektiğine ilişkin tazminat istemine ilişkindir.
Bu davada ön sorun, sözleşmeli kuruluşlarca sunulan;  ilave ücret alınamayacak kişiler ve sağlık hizmetleri öncesinde, hasta veya hasta yakınının yazılı onayını alınması halinde, bu onayın ilave ücret alınmasında hukuki geçerliliğinin tespitidir. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun (Kısaca “TBK”) 26/I madde fıkra hükmü uyarınca; “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.”
Bu kural, sözleşme içeriğini belirleme özgürlüğü olarak ifade edilmektedir.


TBK m.26’dan da açıkça anlaşılabileceği üzere sözleşmenin içeriğini belirleme özgürlüğü, yalnızca bir tarafa değil, sözleşmenin tüm taraflarına tanınmış bir özgürlüktür. Zira taraflardan yalnızca birisinin sözleşme içeriğine dâhil olmasını istediği bir husus, ancak diğer tarafın da kabulüyle sözleşme içeriğine dâhil olur.
Ancak kanun bazı hallerde sözleşmenin taraflarından birisine, sözleşme içeriğini tek taraflı olarak belirleme yetkisi tanımıştır.                  
Düzenleme serbestisi kural olmakla birlikte, mutlak değildir. Kanun bu serbestiye bazı sınırlamalar getirmiştir. Bu husus, TBK’nın 26/I madde fıkra hükmünde;  uyarınca; “kanunda öngörülen sınırlar içinde” denilmek suretiyle ifade edilmiştir.


Sözleşmenin içeriği kavramı çeşitli anlamlarda kullanılır. Dar anlamda sözleşmenin içeriği, herhangi bir sözleşme ilişkisi için geçerli olan normlar bütününü ifade eder. Söz konusu normlar, her sözleşme türünde tarafların karşılıklı hak ve borçlarını (yükümlülüklerini) gösterir. Böylece dar anlamda sözleşmenin içeriğini her sözleşme tipinde tarafların karşılıklı hak ve borçlar bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Geniş anlamda sözleşmenin içeriği, daha geniş bir kapsama sahiptir. Bununla tarafların istedikleri; anlaşıp kararlaştırdıkları her şey kastedilmektedir. Geniş anlamda içerik kavramına sözleşmenin amacı da girer.
Geniş anlamda içerik sakatlığı sebeplerinin, TBK’da ve diğer kanunlarda sayılan sebeplerden oluştuğu ileri sürülmekte ve TBK m.27’de sayılan hallerin bu anlamda da bir içerik sakatlığı sebebi olduğu belirtilmektedir.  

             
Düzenleme serbestisinin ilk sınırını, sözleşmenin içeriğinin kanunun emredici hükümlerine yani, hukuka aykırı olması oluşturur. Bir sözleşme içeriği hak ve borçlar itibariyle hukuk düzeninin emredici bir normuyla çatıştığı takdirde, hukuka aykırılık söz konusu olur.
Emredici normların kaynağı ceza hukuku, idare hukuku, medeni hukuk veya borçlar hukuku olabilir. Emredici normlar, kaynakları itibariyle yazılı hukuka dayanabileceği gibi, yazılı olmayan hukuka da dayanabilir.


Bir kuralın emredici olup olmadığı, kanun maddesinin metninden, yazılış şeklinden veya izlediği amaçtan, yani yorumundan anlaşılır.
Kamu düzenini, ahlakı ve kişilik haklarını koruma amacı güden hükümlerin amaçları itibariyle emredici oldukları kabul edilir. Ekonomik ve sosyal yönden zayıf olan tüketici kişileri koruma amacı güden hükümlerin de, kamu düzenini ve ahlakı yakından ilgilendirdikleri ve bu nedenle emredici oldukları kabul edilir.
TBK’nın 27’nci madde hükmüne göre; “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.”
Bu hükümde belirtilen kamu düzeni, toplum düzenin korunması için, siyasi, ekonomik ve sosyal anlamda değişen düzenin kamuya yararlı olacak şekilde şekillendirilmesini ifade eder. Bir ülkede insanların birbirleriyle uyum içinde yaşamalarını, devletin iç ve dış ilişkilerinde güveni ve huzuru ve düzeni sağlamasını sağlayan kurallar bütünüdür. Kamu düzeni; kanun koyucuya, idareye ve hâkimlere özgürlükleri kısıtlama ve yürürlükteki kurallara istisna kurallar koyma yetkisi verir.


Bu anlamda kamu düzeni kavramının, kamu sağlığını –tüketici sağlığını da kapsadığı duraksama konusu olmasa gerekir.
Bu durumda, hasta ile hasta yakını arasında kurulan sağlık hizmeti sağlama sözleşmesi ve ilgili ilave ücretle ilgili tek taraflı ya da iki taraflı onay sözleşmesinin de kamu düzenini ihlal etmemesi gerekir.


Bu sebeple, ilave ücret alınamayacak kişiler ve sağlık hizmetleri için, sağlık hizmet sunucusu kuruluş ile hasta ya da hasta yakını arasında kurulan onay alınmasına ilişkin işleme - sözleşmeye TBK m.27 uyarınca, geçerlilik tanınamaz (Kesin hükümsüzlük).
Ailenizle esenlik ve mutluluklar diler, en içten saygılarımızı sunarız.