Ben ne zaman bahse konu olsa, eğer Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, bugün Türkiye dünyanın en gelişmiş, en zengin ülkeleri arasında yer alırdı, iddiamı önünüze sererim. Bu iddiamı da bugün dünyanın önde gelen ülkelerindeki uygulamalı eğitim modelinin, bizim Köy Enstitüsü benzeri olduğuna, dayandırırım. Aslında Atatürk’ün, Anadolu’nun köylerinde okuma yazma bilmeyen insan kalmayacak, hedefine ulaştıran yolu açıyordu Köy Enstitüleri, orada yetişen köy öğretmenleri, görev yaptıkları köylerde üretim dahil, diğer etkinlikleri de bilen, köylüyü eğiten, insanlar yetiştiriyordu. Şimdi size bu oluşumun bir ürününü, bana gelen bir alıntıyı aktararak, anlatacağım.

‘’GÖRÜNEN KÖY

Çifteler Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu Eğitimci Ali Yılmaz anlatıyor.

İlçemizin vaizi olan dayım Mehmet Ali Erdem, Hasanoğlan’a beni görmeğe geldi. Dayıma okulu gezdiriyordum. İkinci günün akşamı yemeği yüksek bölüm öğrencileriyle birlikte yedik, kahveleri içtik. Açık havada yönetim yapısının önündeki küçük parkımızda oturuyoruz. Yüksek bölüm profesörlerinden biri dayıma, Hoca burayı nasıl buldunuz? Okulun her yerini gezdiniz mi? diye sordu.

Dayım hepimizi yanıltan şu yanıtı verdi: ‘’Buraya geleli iki gün oldu. İki gündür uygulama, deneme, meyve ve sebze bahçelerini, bağı, iş atölyelerini, orta ve yüksek kısmı, laboratuvarları, kitaplıkları, Sağlık Bölümünü, hastaneyi, mutfağı, yemekhaneyi, fırını, hamamı, açık hava tiyatrosunu, Uygulama Okulunu, küçük çocuklar için yapılan oyun evini, hep gezdim, gördüm. Hasanoğlan köylüsünü gördüm. Köylülerle konuştum. Köydeki hamamı ve köy çamaşırlığını gördüm. Her gördüğüm yer ve her gördüğüm eser beni keyiflendirdi. Gezip gördükçe de merakım arttı. Burası nasıl bir okuldur? İki gündür kafamın içinde bu soru var. Sonucu ne olur, diye düşünüp, dururum. Mademki sordunuz, söyleyeyim: Sizin okulunuzu kısa süre sonra kapatırlar. Benim yaşım seksen. Ben görmem, siz görürsünüz. Kısa zaman sonra buraları kapatırlar. Siz buraya öğrenciyi nereden alıyorsunuz? Köyden. Kimin çocukları gelenler? Köyün yoksul takımının çocukları. O yoksul çocuklar öğretmen olunca nereye gidecek? Kendi köylerine ya da çevredeki bir köye. Çok iyi, çok uygun ve çok ta güzel. Ama Topal Veli’nin, Bekçi Hasan’ın, Kör Hüseyin’in oğlu köye öğretmen ya da başöğretmen olarak gidince köyün ağası, mütegallibesi, eşrafı bunu nasıl karşılayacak? Onlar sizin gencecik öğretmenlerinizin karşısına dağ gibi dikilir. Şurada yüksek bölümünüz, yukarı yanda sağlık bölümünüz var. Bir de orta bölüm var. Yarın yüksek bölümü bitirenler öteki enstitülere öğretmen olacak. Milli Eğitim Müdürü, Müfettişi olacaklar. Zamanla kimi milletvekili, kimi bakan olacak. Sağlık Bölümünü bitirenler de bölgelerine sağlık memuru olacak. On köyün başına bir sağlık memuru ve bir ebe verilecekmiş, okulsuz köy bırakmayacakmışsınız.

Çok güzel, çok iyi düşünülmüş. Demek ki köylü çocukları her yerde söz sahibi olacak. Köylüler de hep okuryazar olacak. Böyle değil mi, yanlış mı söyledim?’’

Doğru söylediniz Hoca Efendi, dedik. O yine ağır, ağır sürdürdü: ‘’Şehirli esnaf, ağa, mütegallibe kısmı enayi değildir. Çocuklarının eline vereceği ekmeği köylü çocuklarına kaptırıp ta kendi çocukları ekmek aramaya gidecek!’’ Bizim homurdanmamıza aldırış etmeden sürdürdü:

‘’Bakın ben Horasan’dan Yanya’ya, Arabistan ve Habeş’e kadar Osmanlı ülkesinin birçok yerini dolaştım. Gördüm ki, dünyanın her yerinde köylü köylüdür ve şehirlinin, ağanın, mütegallibenin eşeğidir. İniş-yokuş demeden, gidecekleri yere kadar köylünün sırtına binerler. İstedikleri yere ulaşınca da başına torbasını takmazlar. Eğer torbasını takmışlarsa, bilesiniz ki yem koymamışlardır! Yemli, bakımlı hayvanın canı başında olur. Dizinin dermanı yerinde olur. Taşıyamayacağı yükü sırtından atar, örkünü alıp gider. Tutmaya çabalayanın da ağzının kaşıklığına bir tekme çıkartır, ondan sonra gider. Hiç kimse bindiği eşeğin canı başında güçlü olmasını istemez. Kimse kapıya bu kadar akıllı eşek bağlamaz. Benim yaşım seksen. Ben göremem ama siz görürsünüz. İşte şuraya üç çizik’’ deyip bastonu ile üç çizik yaptı.

Hepimiz donakaldık. Dayım, kırlardaki, yol kıyılarındaki ahlatları aşılayan, yaban eriklerine zerdali, kayın aşılayan, kuyular, çeşmeler, sarnıçlar yaptırarak köyüne yararlı örnek, üretken bir kişiydi. Seksen yaşında bile Bozkır’ın vaiziydi. Çevredeki hocalar müftüler ve aydınlar arsında saygın bir kişiliği vardı. Benim doğduğum yıl (1924) köylü ile birlikte köyün okulunu yaptırarak, yapım tarihini(1340) okulun duvarına yazdırmış. Konya Milli Eğitim Müdürlüğünden seçerek köye öğretmen getiren dayım, köyümüzdeki öğretmen toplantılarını da izleyen aydın bir kişiydi…’’