ÖTER MİSİNİZ, GEÇER MİSİNİZ?

Azerbaycan gezimizden döndükten birkaç gün sonra, Özbekistan’a unutulmaz bir gezi gerçekleştirdik.

Taşkent’e uçarken, henüz uçağın kapısında başladı o durdurulamaz dil radarım. Meraklıyım, hele de konu Türkçe ise.

Azerbaycan’da kiminle konuşsak bizi anlıyordu. Gençlerin neredeyse tamamı, usta bir taklit sanatçısı gibi lehçeden lehçeye geçiveriyordu. Tıpkı rahmetli Sakıp Sabancı gibi. Rahmetli, yeri geldi mi Kayseri ağzına döner, yeri geldi mi İstanbul Türkçesiyle konuşurdu.

Azerbaycan’da herkes, “Biz Türkiye Türkçesini dizilerden öğrendik,” diyordu. Taşkent yolunda lafladığım hostes de aynı şeyi söylemişti.

Önce boy boy ayrılmış Türk ırkı, sonraları ülke isimleriyle... Ağzımdan yel alsın ama Karadeniz ayrı bir ülke olsa o Türkçeye de “Karadenizce” mi diyeceğiz?

Check-in kuyruğunda ve uçakta sohbet ettiğim Özbek’e merak ettiğimi sordum. Bizde kuşun ötmesiyle aynı olan “ötmek” fiilinin, onlarda “geçmek” anlamına geldiğini öğrendim.

Ne yazık ki Çin gibi “yek” (bir) olamamışız. Çin’i bugün beş bölgeye ayırsak, giriş çıkışı yasaklasak, şu anda onlarda da olan ağız farklılıkları daha da derinleşir, birbirlerini anlayamaz hâle gelirlerdi. Bu çok doğal bir süreçtir. Ancak dilin adı yine “Çince” kalırdı.

Uçakta Özbek Türkçesiyle dublaj yapılmış bir film açtım. Yarısından çoğunu anladım. Anlaşılmayacak hiçbir şey yoktu. Şahıslar, sayılar, nesneler hep aynıydı. Azıcık kulak kabartmak yeterli. En fazla fiilin kökü değişiyor, çekimi ise neredeyse aynı kalıyor.

Bu gezide de ne anılar koyduk heybemize…

Türk elleri içinde bir kutup gibi parlayan ülke Türkiye’ydi; hepsinin ilham kaynağı.

Hem coğrafi konumu hem de son elli yılda yaptığı atılımlar ve Cumhuriyetimizin kazanımlarıyla…

Ancak şimdi çok ciddi bir tehdit altındayız. Maalesef ve ne yazık ki birçok ürünün üretiminde rakipsizken, artık neredeyse hiçbir şey üretmemeye doğru gidiyoruz.

Bir zamanlar Türk’ten korkup Çin Seddi’ni yapmış insanların ürettiği otomobiller, şimdi Türk ellerinde vızır vızır geziyor.

Geleceğin dünyası hızla şekillenirken, biz ödevini yapmamış öğrenci gibi boynumuz bükük kaldık.

Size bir sonraki yazımda Taşkent’i anlatacağım; sonra da doyamadığım Semerkant’ı, Buhara’yı…

Şimdilik hoşça kalın sevgili okurlarım.