NİTELİKLİ ARA ELEMAN AÇIĞI

Geçtiğimiz günlerde düzenlenen Türkiye Yüzyılı Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi, hakkında daha önce de yazılar yazdığım iki temel başlığı yeniden gündeme taşıdı: Mesleki eğitimin niteliği ve zorunlu eğitimin süresi. Bu iki başlık, yalnızca öğrencilerin geleceğini değil, aynı zamanda ülkemizin ekonomik ve toplumsal gelişimini doğrudan etkileyen konular.

Türkiye’de yıllardır süren temel problem, mesleki eğitimin “ikinci tercih” olarak görülmesi. Oysa sanayi, teknoloji, üretim, lojistik ve hizmet sektörlerinin tamamı nitelikli ara eleman bulmakta ciddi sıkıntılar yaşıyor. Firmalar, bir yandan eleman yokluğundan şikâyet ederken diğer yandan gençlerin büyük bölümü, sistem tarafından üniversiteye yönlendiriliyor. Bu denklem sürdürülebilir değil.

Örnek olarak, nitelikli eleman açığının en görünür olduğu alanlardan biri olan otomotivi ele alırsak, “Çırak sayısındaki düşüşün sektörün geleceğini tehdit ettiği” ya da “Bu gidişle 10 yıl sonra arabamızı tamir edecek usta bulamayacağız.” benzeri açıklamalar zaman zaman basında yer alıyor. Dolayısıyla mesleki eğitimin güçlendirilmesi, yalnızca gençlerin geleceği için değil; aracınızı tamir edecek veya evinizi inşa edecek bir ustadan, elektrik arızanızı giderecek bir teknisyene kadar, temel ihtiyaçları karşılayacak insan kaynağını güvence altına almak için de zorunlu.

Maalesef toplumda genel olarak akademik eğitim “saygın” görülürken mesleki eğitim ikinci plana itiliyor. Oysa gelişmiş ülkelerde meslek liseleri, sanayi ve teknolojiyle doğrudan bağlantılı, güçlü bir istihdam kapısı olarak kabul ediliyor.

Zorunlu eğitimin süresi de bu bakışla değerlendirilmeli. Çocukların ilkokuldan itibaren aynı kalıba sokulması, onların yeteneklerini ve potansiyellerini görmezden geliyor. Oysa Avrupa’nın pek çok ülkesinde, öğrencilerin ilgi ve becerilerini erken yaşta tanımlayan rehberlik mekanizmaları var. Bizde ise mesleki tercihler çoğu zaman sınav başarısının veya başarısızlığının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Lise çağındaki öğrencilerin meslek seçiminde yeterince bilinçli karar verememesi, hem iş gücü olarak nitelik uyumsuzluğuna hem de gençler için hayata atıldıklarında hayal kırıklığına yol açabiliyor. Bu yüzden, eğitim sistemimizin içeriği kadar yönlendirme kapasitesinin ne kadar etkili olduğunu sorgulamalıyız. Çocukları çok daha erken yaşlarda tanıyarak onları doğru alanlara yönlendirecek bir sisteme ihtiyacımız var.

Mesleki eğitimin güçlü olduğu ülkelerde, öğrenciler mezun olur olmaz üretim zincirine dahil oluyor; işsizlik oranları düşüyor, sanayi dinamizmi artıyor. Türkiye de bu potansiyele sahip. Genç nüfus, güçlü üretim altyapısı ve hızla değişen teknoloji, mesleki eğitimin önemini artırıyor.

Ülkemiz için mesleki eğitim yalnızca bir eğitim politikası değil, aynı zamanda kalkınma stratejisi olarak görülmeli. Gençlerimizin doğru yönlendirilmesi, ülkemizin geleceğini şekillendirecek en güçlü yatırımdır.