Londra’daki son günümüzle, Londra izlenimlerinin de sonuna geldik.
Yıl bitmeden (27 Aralık 2023) bir asker gibi hazırız. Son günü iyi değerlendirmek istiyoruz.
Önce Buckingham Sarayı’na gidiyoruz. Yine dünyanın turisti orada. O siyah ayı postundan yapılma kalpaklarıyla askerlerin haftanın belli günü yaptıkları töreni izleyeceğiz.
Bando çalınca askerler ihtişamla yürüyorlar. İlk gören için ilginç bir görsel şölen.
Sarayın hemen bitişiğinde bir mağaza var. Mücevherden, çikolataya kadar sayısız hediyelik eşya çeşidi bulunuyor. Tabii ki tema Kraliçe Elizabeth, Kral Charles, Birleşik Krallık ve onu sembolize eden her şey. İnsanlar kapışıyorlar. Ee burası sarayın kendi mağazası. Sanıyorum geliri de sarayın döner sermayesine gidiyor.
Londra öyle bir haftada gezerek bitirilecek bir şehir hiç değil. Bana son günümde çarpıcı gelen bir şey oldu. Örneğin İstanbul’umuzda bir tane Nişantaşı var. Ama bugünkü Nişantaşı’ndan söz etmiyorum. O eski Rumların, Yahudilerin de dükkanlarının olduğu eski Nişantaşı ne güzeldi. Ne yazık ki şimdi Mahmutpaşa çarşısına döndü.
Londra’nın her caddesi Eski Nişantaşı gibi. Ne debdebe ne incelik ne güzellik ne varlık öyle.
Bizim en güzel caddelerimizden biridir İstiklal Caddesi. O caddede atar sanatın, alışverişin, kültürün kalbi. O caddeden sonra çıkar tiyatrolar turneye, ilk o caddede perdeye yansır yeni filmler. Yürüyüş yolumuzun üzerinde gördüğümüz her tiyatronun önünde kuyruk var. Sinemaların da öyle, operaların da…
Gel de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün o muhteşem sözünü anma:
“SANATSIZ KALAN BİR TOPLUMUN HAYAT DAMARLARINDAN BİRİ KOPMUŞ DEMEKTİR.”
Aslında bugün görüyoruz ki bir topluma toplum demek için sanata ne kadar değer verdiğine bakmak lazım. Ulu Önder ne kadar haklıymış.
Hafif hafif çiseleyen yağmura rağmen yürüyerek British Museum’a varıyoruz. O soğuğa ve yağmura rağmen çok uzun bir kuyruk ile karşılaşıyoruz. Sıkı bir arama sonrası içeri giriyoruz. Mekânı ilk kez gören aile üyelerim çok etkileniyorlar.
İngilizler insanlıkla ilgili ne varsa toplayıp buraya getirmişler. İnsana dair çok şey var. İlk insan fosilinden tutun da yapılan ilk tabağa kadar. Bursa’nın gölge oyun kahramanı Karagöz, Hacivat’ın bile el yapımı deri figürleri var diyeyim siz hayal edin artık. Bu müze benim en önemli merak konularımdan biri. Meraklısı lütfen Google’da arama yapıp araştırsın, öğrensin. Hayatın, ülke yönetiminin, dahası toplum olmakla cemaat olma arasındaki o yüce farkı da anlamak açısından çok önemli bu müze ve tüm Londra müzeleri…
Çok yoruluyoruz ama durmak yok deyip müze sonrası Winter Wonderland’a gidiyoruz. Hem de yine yürüyerek. Vardığımızda saat 21.00 olmuştu. Torunum Alp için başka bir alem, benim içinse çocukluğumun Bursa Kültürpark’ıydı. Rengarenk, cıvıl cıvıl. Müthiş kalabalık…
Bu satırları size dönüş yolunda uçakta yazıyorum.
Sekiz güne çok şey sığdırdık. Londra’da okuyan oğlumuz Ali Tuna bize mihmandarlık yaptı. Metroları ve trenleri bilmesi işimizi çok kolaylaştırdı.
Havaalanına Über’le gelmiştik, yine onunla dönüyoruz. Über Eat diye bir de yemek servisi başlamış ve yaygın. Getir markasını da gördük. Bisikletli, motorlu gençler fıldır fıldır dolaşıyorlar Londra caddelerinde.
Dünyanın para birimi en değerli ülkelerinden birine gezmeye gidildiğinde (yazı dizimde daha önce de dediğim gibi) ülken ve oranın alım gücüyle karşılaştırma yapmak yanlış olur.
Muhakkak ki eninde sonunda ortaya çıkan rakam parayı kazandığın ülkenin birimiyle karşılaştırmaya gelir çatar. Hesabını bilen insan buna göre hareket eder, etmelidir. Beş liraya aldığın suyu 80 liraya aldığını ve kazıklandığını düşünüyorsan bir gezide mutlu olman asla olası değildir. Hele de İngiltere’de.
Bir ülkeden çıkarken pasaport kontrolünden geçmediğiniz oldu mu hiç? Benim ilk kez oldu. Bence çok geç kalınmış, devrim niteliğinde bir şey. Bagaj kontrolü havaalanı girişinde yapılmıyor. Valizler kontuara verilip uçuş kartı aldıktan sonra, sadece el bagajları ve üst baş araması yapılıyor. Ama ne denetim ne kontrol. Herhangi bir kimyasal bulaşığı var mı yok mu kontrol etmek için elbiselerden süprüntü bile alınıyor. Harika bir şey.
Ondan sonra özgürsün. Pasaport kontrolü diye bir şey yok. Doğru uçağa. Yani, “Ben gireni incelerim arkadaş, gidende de tehlikeli bir madde yoksa nereye giderse gitsin!” demek gibi bir şey. Mantıklı.
Biz gezideyken asgari ücret belli oldu. Ülkemize hayırlı olsun. Özellikle emek yoğun işkolu olan işverenlerin vay haline. Zam yapmasa maaş ödeyemez, işçiliğin maliyete oranını birebir yansıtsa adı pahacıya çıkar. Umarım önümüzdeki yıl bu işe yavaş yavaş bir düzen gelir. Kendi ürünlerimize üç-dört yıl doğru dürüst zam yapmadan geçirdiğimiz yıllardan sonra sürekli etiket değiştirmek çok yorucu herkes için. Asgari ücretli zam aldı diye sevinir mutlaka. Ama keşke bu zamlar onların tüketeceği mallara yansımasa, refah seviyeleri artsa. Ama bu mümkün değil. Kısır bir döngünün içinde dönüp durmak gibi bir şey enflasyon.
Örneğin bir unlu mamul ustası çalıştıran bir fırın, usta 60 bin liraya mal olursa simidi kaça satar da para kazanır? Yahu bir simit 20 lira olmuş dememize ramak var. Hep üretmek, hep ihracat yapmak, hep çalışmak zorundayız. Yöneticiler de tasarrufu özendirmeli ve bu yüzden tasarrufa kendilerinden başlamalıdırlar.
Gezmek, görmek güzel şey. Hele de canım ülkemize dönmek daha da güzel. Güzel ve mutlu günlerde görüşmek ümidiyle esen kalın.