AH NİŞANCI

Amerikan filmleriyle büyüdüm. Önceleri sinemalarda, sonraları televizyonda. Herkesten çok severim. Hollywood'un illüzyonu beni çok etkilemiştir, hâlâ da etkiler.

James Dean, benim gençken idolümdü. Dallas’taki Lucy'e hastaydım. Allah’ım, o ne güzellikti!

John Wayne'nin yürüyüşünü taklit ederdim. Yul Brynner’ın kel kafasını ve karizmasını görünce, “Oğlan dayıya çeker, senin de saçların dökülecek,” diyenlere gülüp geçmeye başlamıştım.

Küçük Ev dizisindeki rahip gibi olsun isterdim Hamzabey Camii'nin imamı. Elinde değnek olmasın müezzinin; rahip gibi sevecen olsun. Cenazede değil, normal zamanlarda da gitsin evlere imam efendi.

Kovboy filmlerinde, Kızılderili vahşiler ölsün, hep askerler kazansın isterdim. Kafa derisi yüzen bir zalimler sürüsünü hangi çocuk severdi ki?

Clint Eastwood benim ağabeyim miydi? Allah’ım neden bu kadar çok seviyordum? Hangi filmini seyretmedim ki? İyi, Kötü ve Çirkin'i kaç kez seyrettim acaba?

Baba bir, iki, üç serisinden hiç bahsetmeyeyim.

Sol görüşlü arkadaşlarım, filmlerin ‘Amerikan emperyalizmi’ne hizmet etmesinden dem vuran uzun konuşmalar yapardı. Hak vermeme rağmen hiç kulak asmadım. Kızılderililerin aslında o toprağın yerlisi olan kadim bir kültürün bilgeleri olduğunu öğrendiğimde bile keskin bir söylem geliştirmedim. Tarihe bıraktım tevekkel bir sükunetle her haksızlığı. “Elimden ne gelir,” dedim.

Yıllar sonra, bir pazar günü küçük oğlumla Clint Eastwood'un yönetmenliğini yaptığı Nişancı filmini izleyince artık “el insaf” dedim.

Bir keskin nişancı, ülkesi Amerika için Irak'tadır. 11 Eylül olmuştur. Düşman ülkelerine kadar girmiştir. Artık madem durum böyledir, onları ülkelerinde avlamanın zamanı gelmiştir. O zamana dek kimse henüz 11 Eylül'ün düzmece olduğunu detaylarıyla anlatan bir belgesel izlememiştir. Zaten o belgeselleri yapanlar da Amerikan düşmanıdır.

Oğluma sordum filmin ortalarına doğru:

“Yavrum, bu filmde kimi tutuyorsun?” dedim.

“Tabii ki nişancıyı baba,” dedi. “Arapları tutacak değilim ya, görmüyor musun küçük çocukları bile kullanıyorlar? Yazık değil mi o küçücük çocuklara?”

Film bittiğinde, Irak'ta Amerikalı askerleri uzaktan vuran ve bu videoları da internetten paylaşan Suriye asıllı Iraklı nişancıyı öldüren bizim Amerikalı nişancı tabii ki bir kahramandı.

Gerçekten kahraman mıydı?

Evet, bence de büyük bir kahramandı. Vatanı için savaşan, görevini yapan bir asker kahraman olurdu.

Filmden sonra da sordum:

“Oğlum, sence hangi nişancı daha kahraman?” diye.

“Amerikalı,” dedi. “Çünkü o diğerini öldürdü. Hem o ölen çok kötüydü.”

Hollywood'un bütçesinde bir film çekme şansına sahip olsaydım ne yapardım biliyor musunuz?

Bir Ömer Muhtar filmi, bir Çağrı filmi kalitesinde İKİNCİ NİŞANCI filmini çekerdim.

Filmin yönetmeni yine Clint Eastwood olurdu, oyuncuların tamamı ve mekân aynı olurdu. Ama bu kez karşı tarafın gözünden anlatırdım hikâyeyi.

Oğlum için, gelecek için, adalet için!

10 Temmuz 2001'de Didim'de yazdığım aynı adlı şiirim geldi aklıma.

"Ah ulan nişancı burada, kendi evimde, oğlumun belleğinde, yuvamda, yine can evimden vurdun beni?”